Aynı gurup içinde olsa da değişiklik düşünüldüğü kadar kolay değil… Alışkanlıklarınızı, konfor alanınızı, o güne kadarki birikimlerinizin bir kısmını arkanızda bırakarak ilerlemenin kendine has zorlukları, aşılması gereken etapları var. Kuşkusuz dağarcığınıza katacağınız yepyeni bakış açıları, bilgiler ve yeni insanları, değişik becerileri tanıma, kazanma fırsatlarıyla beraber…
Sanıyorum değişimi heyecanlı kılan da bu eklenecekler ve eksiltilecekler ya da çıkarılacaklar arasında kurulmaya çalışılan tatlı, merakı tahrik eden, yenilenme güdülerini gıdıklayan denge oluyor herhalde. Böyle bakınca da yeniliğe açık olmak, yeni durumlara uyum sağlamak bence insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerin başında geliyor.
Şimdiye kadar daha çok seyahatlerle ya da yurtdışından gelen misafirleri toplantılarda ağırlamakla geçen yeni görevime başlayalı henüz iki ay oldu. Adaptasyon sürecimde; “hayırlı olsun” a gelen bir dünya insanını ağırladım, tanımadığım bir ülkede gerçekleştirdiğimiz bir workshop’a hazırlandım, merkezimizde tanışmam gereken tüm yeni ekip arkadaşlarımla tanıştım.
Bu hızla gidersem kısa bir süre sonra birçok şeyi kavramış olarak, efektif çalışmaya devam edebileceğime inanıyorum.
Moskova’da, Maria Nenechowa ile her buluşmanın olmazsa olmazı “selfie” denememiz:)
Yeni kariyerimdeki ilk aylarım ve çıkardığım notlar:
Yeni bir göreve alışma aşamasında olduğum şu birkaç ayda yaşadıklarımdan fark ettiklerimi ve aldığım notları paylaşmak isterim;
1. Artık bir işe adapte olma süreci eskisinden çok daha kısa… Eskiden alışmak, bir şeyler yapmaya başlamak için minimum 6 ay civarında bir zaman geçmesi gerekirken, şimdilerde bir ayı tamamladığında dahi workshop yapacak kıvama gelinebiliyor 18 yıl önce ilk işe girdiğimde ilk faksımı göndermem dahi bu kadar sürmüştü…
2. Yine hızla alakalı, yadsınamayacak bir başka gerçek daha var; yaptığımız işlere hız katan, esneklik sağlayan teknolojiler. Tele conference, video conference gibi araçlar artık yüz yüze toplantıların, seyahatlerin alternatifi olmuş durumda. Bir yere gitmenize gerek yok. Dünya ayağınıza geliyor. Herkes bir click kadar yakın!
3. Seyahat dediğiniz şey artık sadece bir vizeye bakıyor ki sorumlusu olduğum bölgede Türkler için çok az yerde vize gerekliliği olması gidiş gelişleri daha da kolaylaştırıyor. Karar verdiğiniz anda yolda, fazla uğraşmaya gerek kalmadan “çat burada, çat kapının arkasındasınız” Birçok uçak şirketi, pek çok uçuş noktası ile seyahatler de son derece kolaylaşmış vaziyette. Tek yapmanız gereken pasaportunuzu, vizelerinizi, pratik hazırlanmış valizinizi her an uçacakmış gibi hazır tutmak:)
4. Hızlı hareket etmek için küçülmek gerekiyor… Ve ilk adım bavulları küçültmekle başlıyor. Fikirleri küçültmek ise yalınlaştırmak ve basitleştirmek şeklinde gerçekleşiyor. Ne kadar yalın, sade, kolaysanız o kadar hızlı, etkin ilerliyorsunuz. Komplikasyon arttıkça ise hem hız hem verim düşüyor. Kısacası, küçük valizin her yere sığması gibi, basite indirgenmiş doğru iç görü de her yerde alıcı buluyor!..
5. Dünya insanı olmak, yani bir dil bilmek şart! Daha fazlasını biliyorsanız ne ala… Hele gittiğiniz ülkelerin “merhaba, nasılsınız?, teşekkür ederim, özür dilerim, …” gibi birkaç sözcüğünü öğrenmişseniz ve güler yüzle söylüyorsanız tüm kapılar ardına kadar hızla açılıyor, bariyerler anında ortadan kalkıyor. Yerel kelimelerin ve eşliğindeki gülümsemenin gücü inanılmaz!
6. Gezdikçe ve gördükçe insanların duygularının ve kafalarının aslında ırkı, dini, kültürü farklı olsa da aynı şekilde çalıştığını görüyorsunuz. Ne kadar gezerseniz, insan gerçeği bir o kadar daha netleşiyor. Aslında hep aynı şekilde düşünüyor, aynı şekilde hissediyoruz. Aramızda sadece nüanslar var, o kadar…
Blog yazılarımla üniversitelere ulaşıyorum…
Blog yazılarım sayesinde birçok üniversiteden gençlerle tanışıyor ve birçoğundan davet alıyorum.
Bu ay iki üniversitede konuk oldum. ODTÜ Kampüs Günlerinde ve Ankara Üniversitesi iletişim Bölümünde harika öğrencilerle söyleşiler yaptım. Onlardan o kadar güzel elektrik aldım ki gençlerle etkileşimin ne kadar güzel, tılsımlı bir şey olduğunu yeniden hatırladım… Daha sık yapmalıyım dedim…
Nisan ayında beni davet eden İzmir Ekonomi Üniversitesi’ne bu vesile ile buradan selam gönderiyorum. İletişim Bölümü hocalarından Banu Kitiş Dağıstanlı’nın yolladığı mesajdan bir alıntıyı ise gurur ve sevinçle paylaşmak istiyorum;
“Bugün iki ayrı sessionla olan dersimde sizin kulaklarınızı uzun uzun çınlattım. Dersimizin adi 'Copywriting' olunca, bu hafta şirket bloglarını ve yazanları incelemeye aldık. O kadar örneğin arasında en çok konuştuğumuz ve beğendiğimiz sizinki oldu. Konuşur gibi rahat okunur yazmanız, kendinizi anlatırken samimiyetiniz. Extra kurumsal, basın bülteni tadında, sadece ürünlerini ve yatırımlarını anlatan şirket bloglarının ve bloggerlarının arasında bir Yildiz gibi parlıyorsunuz :). Hatta bir öğrencim bu ödevi hazırlarken 33 postunuzun 33'ünü de büyük bir zevkle, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan okuduğunu söyledi.“
Bu ve bunun gibi aldığım birçok mesaj bana kısıtlı zamanımda yeni yazılar yazmak için büyük motivasyon oluyor. Motive oldukça daha iyi yazıyor olmalıyım ki blog yazılarıma eskisine göre daha fazla yorum gelmeye başladı:)
Bu vesile ile tüm yorum gönderenlere çok teşekkür ederim.
Az önce “kaç kere okunmuş yazılarım?” şöyle bir bakayım dedim ve gördüm ki kafamdaki 250.000 eşiğini çoktaan aşmışım:) Hepiniz sağ olun, var olun.
Sevgiyle, sağlıcakla kalın…Ve tabii ki beni takip etmeye devam edin,
Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Head of Regional Brand Management Bosch