Mucizeler her zaman yaşanır!..

‘Mucize’ kavramı her zaman ve herkesin hayatında az ya da çok yer tutar dersek sanırım yanlış olmaz. Bu yazıda bu kavramı alışılmışın dışında bir bakış açısıyla ele almayı hedefledim.

2010’lu yılların başlarında bulunduğumuz bu dönemde yeni teknolojilere yönelik çok büyük beklentilerimiz var. Örneğin Federal Almanya Hükümeti adeta bir gecede nükleer santralleri kapattırıyor ve deniz rüzgâr santralleri, biokütle, enerji tasarrufu teknolojileri, “akıllı” elektrik şebekeleri ve belki de Afrika çöllerinde kurulacak devasa bir güneş enerjisi santrali gibi yeni teknolojiler sayesinde bunu telafi edebileceğini iddia ediyor. Teknolojik yapılabilirliğe olan inanç bu olsa gerek!

Teknoloji ‘nelere kadir’?

Şu anda yaşadığımız teknolojik iyimserlik, elbette 100-150 yıl önceki iyimserlikten daha farklı bir nitelik taşıyor. Örneğin 1851 yılında dünya kamuoyu, Londra’daki Kristal Saray’a ayak basıp, 1. Dünya Fuarı’nın* mucizevî yeniliklerini hayretler içerisinde izlerken, dünyanın durdurulamaz bir şekilde daha iyiye doğru geliştiğinden, insanın teknolojiye hükmettiğinden ve teknolojinin insan hayatını daha zengin hale getireceğinden emindi. Belki o kadar geriye gitmeye bile gerek yok, kendimden de örnek verebilirim. 35 sene önce çalışma hayatına girdiğimde öyle herkesin masasında telefon bulunması gibi bir durum yoktu. Bugün dünyanın en yaygın iletişim aracı olan telefon ancak belli pozisyonlardaki çalışanlara verilirdi ve bizim ofisimizdeki en yaygın iletişim aracı da Siemens’in T100 Teleprinter’ları idi. Ve eminim teknolojinin hayatları ‘iyileştireceğine’ dair beklenti ve iyimserlik o zaman da devam ediyordu. Bugün ise, yeni teknolojileri daha çok‘en kötü durumlara mani olabilmek için’ bekliyoruz. Sadece Fukushima’dan dolayı da değil; nereye bakarsak bakalım, dünya imdat sinyalleri veriyor…

Bugünün teknoloji dünyasını hareket halinde tutan ve geleceği biçimlendiren temel birtakım ‘megatrendler’ olduğunu bir süredir dile getiriyoruz. Bunlar ana hatlarıyla dört başlık altında toplanıyor: Kentleşme, Küreselleşme, İklim Değişiklikleri ve Nüfus Yapısındaki Değişiklikler. Tüm bu megatrendlerin kapsamında yer alan farklı konulara baktığımızda bir numaralı acil konunun ‘çevre’ olduğunu görüyoruz. Bu şekilde tüketmeye, çoğalmaya, seyahat etmeye ve iktisadi faaliyette bulunmaya devam edersek yaşam dayanaklarımızı kendi ellerimizle yok edeceğiz.

İki numaralı acil konu, yoksulluk. Yoksulluktan tek çıkış yolu var: Eskiden yoksul olan Çin, Brezilya veya Hindistan gibi ülkelerde son yıllarda ortaya çıkan ve hayretler içerisinde izlediğimiz muazzam ekonomik büyüme. Bu büyümenin bir şekilde durması veya sekteye uğraması halinde savaşların ve sefaletin içersisinden, daha zengin bölgelere doğru kitlesel göçlerin yaşanması tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz. Hindistan’da yaşadığım dönemde civarında bulunan yoksul mahallelerdeki aileleri her hafta ‘koca bir tencere çorba ile’ desteklemeye çalışan insanlar tanıdım. Bu elbette bir değerdir, bireysel bazda takdir edilesi bir sürdürülebilirlik örneğidir, ancak insanları sistemli bir biçimde yoksulluktan çıkarabilmek çok daha planlı ve kapsayıcı bir yönetim anlayışı gerektirir. Fakat bu saydığımız ülkeler de Batılı toplumların yaptıkları hataları tekrarlarsa, yakın bir gelecekte dünyanın tüm kaynakları tükenme sinyali verir.

Üç numaralı acil durum ise ‘nüfus yapısı’. Batılı toplumlarda, Japonya’da ve Çin’de yaşlıların toplam nüfus içerisindeki oranı hızla artıyor. Herkes gibi bu insanların da hayatlarını bir şekilde idame ettirmesi gerekiyor. Ama bu durum çalışma çağındaki insanlar üzerinde ‘üretkenliklerini artırma’ baskısı da yaratıyor. Bu noktada teknolojik yenilikler bir çıkış yolu olabilir. Ya da emekliler, emekli olmayı bırakıp işin ucundan tutmaya devam edecekler., Öyle üç dört yıllığına da değil, uzun süreler için. Ancak bunun için de sağlıkları yerinde olmalıdır. Sizce şu andaki tıp, mevcut koşullarla bunu sağlayabilir mi?



‘İcatlar’ın çıkış noktası: ‘İhtiyaçlar’

İhtiyaçlar icatların anasıdır. Güneş enerjisiyle çalışan uçaklar, doğal kaynakları koruyan toplu taşıma sistemleri, ekolojik açıdan doğru ayrıştıran tuvaletler, yaşlılıkta performansı arttıran beyin dopingi ve benzer gelişmeler. Bunların hepsi büyüleyici fikirler ve gerçekleşmeleri halinde de, gerçek birer ‘dünya harikaları’…

Hâlihazırda en çok tartışılan teknolojiyi ele alalım: Enerji teknolojisi. Örneğin, bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerin bu konudaki yaklaşımı ne olmalı?

Aslına bakarsanız enerji ihtiyacımızı nükleer ve aynı zamanda iklime zarar vermeyen enerji kaynaklarından karşılayabilmemiz, hiçbir şekilde ‘sadece mühendislerin ve şirketlerin aklına gelen şeylere’ bağlı değil. Bu teknolojileri ne büyüklükte bütçelerle sübvanse edeceğimize de bağlı değil. Hatta asıl mesele bu bile değil. Çünkü çevre dostu yollardan elde edilen enerjiyi, şimdiye kadar yaptığımız gibi gelecekte de hiç kaygı duymadan, tasarruftan uzak bir biçimde kullanabileceğimizi ve israf edebileceğimizi düşünürsek, yeni döneme zaten yanlış bir başlangıç yapmış oluruz. Dolayısıyla kolektif yaklaşım, öncelikle, yarar getirmediğini bildiğimiz mevcut davranış biçimlerinden uzaklaşmayı gerektiriyor. Bu yüzden öncelikle mevcut davranış biçimlerimizi enine boyuna gözden geçirmemizde fayda var.Yoksa yerimizde sayıyor olacağız. Bir de öğrenmeyle icat etme arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum. Farklı yaşamak isteyen bir toplumun, teknolojiye yönelik yeni beklentileri de olur. Yeni şeyler icat eder. Muhtemelen 20-30 yıl sonra enerji üretimi, enerji verimliliği ve hammadde kıtlığı hakkında bugünkünden farklı bir şekilde konuşacağız. Bunun nedeni de, mucit ve mühendislerin parlak fikirlere sahip olmaları ve toplumun da bu fikirleri faydalı bir şekilde değerlendirmesi olacak.

“Ne, ne zaman ve nasıl” sorularına ilişkin fazla tahminde bulunmak kuşkusuz mümkün değil. Zira yeni teknolojiler her zaman şu anlama da gelir: Tesadüfler ve sürprizler.. Örneğin Paul Baran tarafından icat edilen internet aslında Amerikan Ordusu için ‘bir iletişim ağı’ olarak düşünülmüştü. Bu icat daha sonra insanoğlunun en önemli sosyal iletişim ağı haline dönüştü. Keza Tim Berners-Lee, 1980 yılında insanlar için kişisel bir veri bankası ve yazılım geliştirdiğinde (www’nin bulunması), arama motorlarını ortaya çıkartıp basılı ansiklopedileri hükümsüz kılacağından tamamen habersizdi.

Bu tür ‘hesaplanmayan’ gelişmeler aslında teknoloji tarihi için tipiktir. Bunun pek çok örneği var. Planlama vasıtasıyla, teknolojik gelişmenin sadece daha can sıkıcı ve aşamalı türleri programlanabilir.

Kullanıcıların hayal gücü, mühendislerin hayal gücünü aşıyor.

Yazımı yine bu nokta üzerinden bitirmek istiyorum. İnsanların en çok kullandığı iletişim yöntemlerinden biri olan SMS, başlangıçta sadece “teknik personelin kontrol sinyalleri için” düşünülmüştü. Günümüzde ise telefonla konuşmaktan daha önemli hale geldi. Harvard’da görev yapan iktisatçı Robert Jensen ve birlikte çalıştığı bilim adamlarının 2007 yılında yaptıkları şu tespit kimin aklına gelirdi ki: Cep telefonlarının kullanılmaya başlaması, Güney Hindistan kıyılarındaki balıkçıları yoksulluktan kurtaracaktı. Balıkçılar, teknelerinden kendi aralarında ve karadaki müşterileriyle avlanacak balık miktarı ve fiyatlarını görüşmeye başlamıştı. Yeni keşfedilen bir şey yoktu – en azından mühendisler tarafından. Fakat balıkçılar, yeni bir üretim şeklini keşfetmişti.

Cep telefonu balıkçılar için bir dünya harikasıydı. Yani iyimser olabiliriz: mucizeler her zaman yaşanır!..

“Makalenin aslına www.gelis.org adresinde erişilebilir. Bu versiyon aslının daha kısaltılmış bir versiyonudur.”

Gelecek senaryoları, projeleri hakkında daha çok bilgi edinmek için Siemens'in "Pictures of the Future" sitesini inceleyebilirsiniz. 


Burçin Girit
BSH Gelişen Pazarlar Bölgesi / Türkiye, Orta Doğu, Afrika, BDT, Hindistan ve ASEAN Ortadoğu Bölgesi’nden Sorumlu Kurumsal İletişim Direktörü