Beni takip etmeye değer gören herkese sevgiler.
27 Nisan’ın geçmesini bekledim açıkçası yeni bloğu yazmak için. Evet, 27 Nisan benim doğum günüm ve evet, ben bir boğayım!
Neden mi yeni yaşımı bekledim?
Bilmem… Yeni yaşıma gireyim de öyle yazayım diye düşündüm her nedense! Yani öyle esti işte. Sanki bir şeyler değişecekmiş beklentisi içinde…
Sanırım yaşlar kemale erince insanlar daha da bir acayipleşiyorJ. Bu konuda milyonlarca örnek var ama açıkçası daha da derine inmek istemiyorum şimdi.
Her neyse, şaka maka Mayıs ayını bulduk, neredeyse bu yılın da yarısı geçti!
Bizler küçükken zaman geçmek bilmezdi, bir türlü – erkekler için söylüyorum – sakalımız çıkmaz tıraş olamazdık; 18 olup ehliyet alamazdık, özgürlüğümüzü ilan edemezdik. Asırlar sürerdi sanki bütün bunlara kavuşmak…
İşte taa o zamanlar büyüklerimiz zaman ne kadar da çabuk geçiyor diye aralarında konuşurlar biz çocuklar da buna bir türlü anlam veremezdik.
Bir an önce büyümek isterdik ama hangimiz tahmin edebilirdik ki bu kadar hızlı büyümekten çoğu zaman pişman olacağımızı?
Neden büyümek istiyorsun ki? Yaşa işte çocukluğunu, ergenliğini, gençliğini! Ne acelen var? Anı yaşa, günün tadını çıkar.
Şimdi anlıyorum ki aslında ne kadar da haklılarmış. Meğerse yaşlar ilerledikçe insanın zaman algısı da hızlanıyormuş.
Artık büyümek istemiyorum demek şansına da maalesef sahip değiliz. Ama akıp giden zamanı her geçen gün daha da anlamlı, dolu ve pozitif kılmak oysa elimizde.
21. yüzyıl 20. yüzyıldan bence çok farklı ve gittikçe daha da farklı olmaya aday. Hayat bu yüzyılda yaşayanlara daha da hızlı akıyormuş gibi gelecek, beklentiler çok yüksek olacak.
Belli ki teknolojik gelişmeler baş döndürecek. Ekonomik sıkıntılar, savaşlar, açlık, tatminsizlikler, mutsuzluklar ve sağlık problemleri artacak.
İnsanoğlu ise doğası gereği bunların hepsine yetişmeye, tüm beklentileri karşılamaya çalışacak. 24 saat artık kimseye yetmemeye başlayacak.
İşte hata burada!
Şaka maka derken insan bir bakacak ki gerçek dünya ile dijital dünya arasında sıkışmış olan yaşamı akıp gitmiş.
İşte tam da bu noktaya gelmeden herkes arada sırada el frenini çekip, sağına soluna hatta önüne ve arkasına baksın, 2 nefes alıp sonra tekrar yoluna – aynı şekilde ve aynı istikamette ya da farklı şekilde ve farklı istikamette - devam etsin.
Modern hayatın akışı içinde zaman zaman durup bilançoya bakmazsak ve önlem almazsak büyük hata yapmış oluruz.
Hem yeni yaşımın bende yarattığı farkındalık hem baharın gelmiş olması (bahar gibi gitmeyen havalardan dolayı her ne kadar bunun farkına varamamış olsak da) hem de bu Cumartesi günü (10 Mayıs) Bilkent Üniversitesi Mühendislik Topluluğu’ndan genç arkadaşlarımla beraber bir gün geçirecek olmam beni genel tarzımın dışında bir blog yazmaya itti.
Aslında iyi de oldu; öyle her zaman iş dünyası ve benim ana konum olan pazarlama hakkında yazmak da sıkıcı; hem benim için hem bunları okuyan siz değerli dostlar için.
Merak edenlere bilgi vereyim: Bilkent Mühendislik Topluluğu’nun her sene tekrarladığı etkinliğin ismi bu sene Campus ’14 ve konusu da Pazarlama olarak belirlenmiş.
Sağ olsunlar beni de söz konusu etkinliğin marka yaratmak/olmak bölümündeki panele katılmam için davet ettiler; ben de memnuniyetle kabul ettim.
Cumartesi günü onlarla pazarlamanın derin konularını karşılıklı irdeliyor olacağız. Üniversiteli arkadaşlarla birlikte bir gün geçirmek benim için çok keyifli bir deneyim olacak – bundan eminim.
Kendilerine bu davet için teşekkür ediyorum.
Değerli dostlar; bir sonraki blogumda görüşmek üzere diyor, ilkbahardan esinlenerek hepinize bol kelebekli ve papatyalı güzel günler diliyorum.
Sevgiyle kalın!