Merhaba Dostlar,

Burası bir kurumsal blog. Dolayısı ile bana ayrılan bölümde aslında kurumsal kimliğim ile yer alıyorum. Buradan hareketle, biz bloggerların paylaşımlarının sadece kurumsal önceliklerimize, konulara göre aktarılması gerektiği düşünülebilir. Çünkü hepimiz, başına “kurumsal” gelen her şeyin iş, ticaret, rakamsal, strateji önceliklerinden ibaret olması gerekir gibi bir kısa kodlar ve şablonlar geliştiriyoruz.

Oysa burada öyle değil. Kuşkusuz işe, kariyere, alanımıza, uzmanlığımıza dair faydalı bilgiler aktarma, paylaşma önceliğimiz var, ancak bünyesinde Yerel Marka Profilo olarak yer aldığımız BSH, insanların yalnızca zamanlarının iş ve özel hayat diye ayrılabildiğinin, aslında insanın özünde bir bütün olarak bu ikisi ile iç içe ve dengeli yaşayabildiğinin çok farkında bir kurum. O yüzden BSH blogda da tıpkı hayatlarımızda olduğu gibi her ikisini dengede ve birbirine yardımcı olacak, birbirini geliştirecek şekilde içerik oluşturuyoruz.

Paylaşmak güzeldir...

İşte bu nedenle bugün kurumsal hayatın koşturmacası içinde ve aynı zamanda anne-baba-teyze-amca-hala-dayı-abi-abla vb. olan ve ergenlik çağında evlatları, yakınları olanlarla deneyim paylaşmak, iç dökmek, dertleşmek, akıl verip, akıl sormak istiyorum...

Özellikle hayatımın şu dönemini çok kaplayan, beni ve eşimi çok meşgul eden, kafama takılan bazı meseleleri sizlerle paylaşmak ihtiyacındayım... Bu zannederim ve umarım bana olduğu kadar sizlere de iyi gelecek. Tecrübe paylaşımının değerine inanan biriyim. Deneyim aktarımının hata önlemeye ya da yapılan yanlışların fark edilmesine büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. İşte bu sebeple şimdi paylaşacaklarımla belki de bazı doğru bildiğimiz yanlışları hep birlikte görecek, benzer dönemlerde olanlara, birbirimize ışık tutacağız.

Çeken bilir...

Çeken bilir derler ya... Evet ben de çekenlerdenim, oradan biliyorum!

Yazılarımdan takip ettiğiniz gibi 14 yaşına girmek üzere olan  bir genç kız annesiyim. Canım kızım ve aynı yaşta olan binlerce sevgili genç Nisan sonunda yeni adı “TEOG” olan liseye giriş sınavlarının ikinci etabına hazırlanıyor. İlk etap Kasım ayında idi.

Bu, hem gençler hem aileler için müthiş travmatik bir süreç... Yaşamayanlar anlamakta güçlük çekebilir, ancak anlatacaklarım bire bir doğru durumlardır, duygulardır...

Geçen haftalarda okulda yapılan bir seminerde biz velilere sınavın tek basamaklı mı yoksa  iki basamaklı mı olmasını tercih ettikleri soruldu. Ezici çoğunluk tek basamaklı olması yönünde oyunu kullandı. Zira ilk basamaktan sonra o kadar yoruluyorlar ki toparlanmaları bir hayli zor oluyor. Ancak sistem hala iki basamaklı devam ediyor ve sabrımızı sınıyor..Akıllara ziyan bir yarış!

Ne yazık ki hiç bir şekilde dışında da kalamıyorsunuz. En çok dışında kalmak isteyenlerinden biri bendim ve maalesef ben de kendimi içinde buldum. Dışında kalabilenlerden, bunu nasıl başardıklarını duymayı gerçekten çok isterim.

Çünkü sistemin sizi kendinizle değil diğerleriyle yarışır hale getirmesi gerçekten feci bir durum.

Hele Almanya’da geçen ve hep kendimle yarıştığım öğrenim hayatından sonra bu haller benim için anlaşılması çok zor bir kâbus gibi...  

Daima;

- Bak iyi yönlerin bunlar, kuvvetlendirmek gereken yönlerin şunlar... diyerek yönlendirildim

- Bu konularda çok büyük adımlar attın, şu konularda da bu alanları iyileştirdin ve fakat bir de şuralara bakman lazım! denilerek takdir ve teşvik edildim. Yönlendirmeler hep sebep/sonuç ilişkisi ile yapıldı.

Bu o kadar farklı bir yaklaşım ki!

- Diğerlerini rakip olarak görmediğin, kimseye karşı duvar örmediğin, ya da ayağını kaydırma ihtiyacı hissetmediğin bir gelişim süreci.

- Eksiklikleri öğrenerek tamamen kendi gelişimine odaklandığın bir düzen.

- Kendim için ne yapabilirim, hatta hangi arkadaşımdan yardım alabiliriz diye araştırdığın bir ortam.

Sonuçta da arkadaşlarınla diyaloğunun çok daha iyi, ekip ruhuna uygun ilişkilerin filizlendiği bir ortam.

Burada ise;- Tek başına test çözerek akşamlarını, gençliğini tüketen,

- Sürekli ben mi arkadaşlarım mı daha çok test çözdü? diye kontrol bağımlısı olan,

- Arkadaşları daha fazla çözdüyse ben biraz daha test çözeyim deyip uykusuzluktan solan, 

- Her deneme sınavı sonrasında ellerine tutuşturulan sınav sıralamalarıyla sadece kendilerini değil, anne-babalarının da kafasını bozan

Garip, yazık, zavallı bir insan türüne dönüşüyoruz...

Çünkü daha iyi bir gelecek ve eğitim için seçme, yerleştirme sistemi denen şey aslında; çocuklar üzerinden yürütülen ve okullarla veliler arasında vahşi bir yarışa dönüştürülmüş ticari, insanlık dışı rekabetten başka bir şey değil...

Okullar çocuklarımızın sonuçlarını salt endi başarıları gibi göstererek ticari rant elde ediyor. Daha iyi yerlere ne kadar çok çocuk yerleştirdikleri sonucunu almak ve bunu bir PR, pazarlama malzemesi olarak kullanmak istiyor, kullanıyor. Parlak rakamları gören veliler ışığa uçan sinekler misali bu okullara koşuyor. Sonra rekabetin acımasız çarkı işlemeye başlıyor...

> Hep daha başarılı olmalıyız!

> Yetmez en başarılı olmalıyız!

Güdülemeleri adeta çocuklarımızın sırtında şaklayan kamçı gibi, beyinlerini, ruhunu zedeliyor... Acıtıyor... Kanatıyor... Ne yazık ki bu dönemden geçmekte olan ebeveynler ve çocuklar adeta “ruhsal kanama” geçiriyor...

Peki çocuklarımız yani geleceğimiz ne halde?
Peki bu arada o genç insanlar, çocuklarımız... O çok kıymet verdiğimiz, Atatürk’ümüzün “geleceğimiz” dediği çocuklarımız, gençlerimiz nerede duruyor acaba?

Hiç bir yerde... Ne yazık ki hiç bir yerde...

Yavrucakların tutunacak dalı kalmıyor... Çünkü çocukları okuldan, eğitimden ve neredeyse yaşamdan soğutan bu sistem, velileri de yoldan çıkarıyor. Onları da kamçılı sistemin maşası haline getiriyor. Acımasız düzen, aileler ile çocukların arasını neredeyse onarılamaz biçimde zedeliyor ve arayı açıyor.

Çocuklar çocukluğunu da yaşayamaz hale geliyor.

İyi ebeveynlik artık aynı zamanda iyi bir hafiye olmayı da gerektiriyor. Çocuklarımızı korumak, günlük faaliyetlerini izlemek, ama bunu yaparken olabildiğince onlara bunu hissettirmemek, rahatsız etmemek durumundayız. Okulu kırdılar mı, ders çalışmaya gittikleri arkadaşlarıyla gerçekten ders çalıştılar mı gibi sorular annelere, babalara hayatı zindan ediyor. Ödül -  ceza mekanizması kurmak konusunda çok zorluyor. Nerde teşvik edici, nerde caydırıcı olalım konusunu belirlemek en büyük sınav haline geliyor... Son Profilo reklamında buradan hareketle, günümüzde “iyi bir anne olmak ne demek?” le ilgili esprili göndermeler yaptık ve güleriz acınacak halimize tadında bir çalışma ortaya çıkardık.

Bu koşuşturmaca içindeki insanlar mutlu oluyor mu?
Yooo, aksine! İddia ediyorum, herkes dibine kadar mutsuz! Sınavları, puanları kötü gidenler zaten mutsuz. O belli. E, peki sınavda çok iyi sonuç aldık, başarılı olduk diyenler? İnanın onlarda da mutsuzluk tavan yapmış durumda ki onlardan biri de benim. Bizim ailemiz.

Tüm bunlar sağlıklı bir toplum için doğru bir ilişki mi?
Bence değil, çünkü gördüğüm kadarı ile öncesinde çok sıkıştırılan bu çocuklar, sınav, test dönemlerini atlattıktan sonra bu sefer de o feci sürecin acısını çıkarmak için hazırlık sınıflarında ya da lise 1-2’de zembereğinden boşanmış yaya dönüyorlar...  Psikologlar farklı tanımlıyor olabilirler ama halk dilinde biz buna “aşırı baskı sonrası gevşeme” diyoruz.

Sınav, test sonrası bu sefer de anne babalar bu safhadaki çocuklarını Kayahan’ın şarkısında dile getirdiği gibi “Allah’ım neydi günahım? Ben nerde yanlış yaptım?” teranesiyle tanımaya, anlamaya çalışıyorlar...  Ne yapacaklarını hepten şaşırmış, yorgun vaziyette bir başka debdebeli sürecin içine giriyorlar...

İşin daha da fenası biz bu çocuklardan - üstüne bir de üniversiteye giriş sınavında benzer bir süreç yaşadıktan sonra – büyüdüklerinde, iş dünyasında; “ekip ruhu, ortak hedefe odaklanma ya da ne bileyim bağlılık, aidiyet” falan bekliyoruz! Ve “ne ekersen onu biçersin” kuralının acımasız çarklarında hep beraber debelenip duruyoruz.

Sınav sonucu değil, başka faktörler önemli diyenler var...Oysa bakın ABD’de Yükseköğretim Kurumu niteliğinde olan Collage Board’ın Uluslararası İlişkiler Koordinatörü Clay Henry’nin Hürriyet gazetesine verdiği röportajda söylediklerine;

Clay kendi ülkesinde bir okula kabul edilmek için öğrencileri bir sınava göre değil, birçok başka etkene göre değerlendirdiklerini belirtiyor. Örneğin; referans mektubu, katıldığı etkinlikler, İngilizce seviyesi,  mülakat sonuçları...  Clay; “biz çok yönlü sistemi tercih ederiz” diyor.

Eh doğal olarak; çok yönlü sistemin yetiştirdiği insanlar da çok yönlü oluyor. Diğer yani bizim sistemde yetişen çocuklarla iş dünyasında karşılaştığımızda ise onların ekseriyetle tek konuya odaklı, kendi işleri ile sınırlı ve yardımlaşma konusunda isteksiz olduklarını görmek sürpriz olmuyor haliyle.

Psikolojiden çok anlamam, ama şurası kesin; “Ne ekersen, onu biçersin!”
İşte o yüzden bu sistemin yaratıcı ve verimlilik ya da ekip ruhu odaklı insanlar yetiştirmesi çok zor! Sen önce çocuğun;

- Sistematik olarak yaratıcılığını öldür,

- Sosyal aktiviteleri yeni tabirle sıfırla,

- Olabildiğince sisteme uygun şekilde şablonlaştırmaya çalış,

- Yıllar boyunca başarı endeksini sadece sınav başarısına bağla

ve yıllar sonra başarı kriterlerinin duygusal, sosyal olması gerektiğini anlat anlatabilirsen.

Bir de bu yarışta bir tek kendinin “hayatta kalmasının”, ilk 10.000’e filan girmesinin önemli olduğunu anlatıp dur ve sonra kardeşlikten, ekip ruhundan, ortak amaca koşmaktan vb. bahset.

Sınav Stresi Zaralı Mı, Gerekl Mi?
Tam da bu noktada TPD (Türkiye Psikiyatri Derneği)’nin sınav stresi ile ilgili “Zararlı Mı, Gerekli Mi? “ adlı basın bülteninden bir alıntı yapmak istiyorum;

“Üzerinde konuşulması gereken konu  ergenlik döneminin uygun gelişimini bozan ve bu yolla sınav stresiyle başa çıkmayı zorlaştıran ana etkenin eğitim sistemindeki sorunlar olduğudur. Ergenlik kişinin fiziksel, sosyal ve zihinsel açıdan çok hızlı gelişim gösterdiği bir dönemdir. Bu gelişmenin de uygun çevresel koşullarla desteklenmesi gereklidir.

Gençlerin kendilerini geliştirmek için daha çok spor yapmaya, arkadaş grupları ile vakit geçirmeye, kendilerini tanımaya, kendi dünya görüşlerini geliştirecek biçimde okumaya ve tartışmaya gereksinimi vardır. Gencin sınava hazırlık için ayırması gereken zaman dershane sisteminin de körüklemesi ile giderek artmakta, ailelerin bu işe harcadığı para da buna paralel olarak artmaktadır. Bu durum da ailenin ve gencin beklentisini ve dolayısıyla da stresini giderek arttırmaktadır.“

Çözüm:

Çözüm tabii ki gençlerin okulda doğal ortam içersinde sınavlara hazırlanması ve tabii ki Bay Henry’nin bahsettiği farklı sistemlerin de devreye sokulduğu karma bir orta öğrenime ya da yükseköğrenime giriş sistemidir. Esasında bakıldığında, özellikle iş hayatında dozunda stresin beraberinde başarı getirdiği de bir gerçektir. Bu nedenden ötürü stres ile başa çıkma ve stresi başarı aracı olarak kullanabilmek çok önemli bir meziyettir. Çünkü stresi kontrol edebilen ve bilinçli yönetebilen kişi daha iyi hazırlanır, kaynaklarını daha iyi kullanır ve hata riskini minimize eder.

Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Head of Regional Brand Management Bosch