Blog yazmak, görüşlerini açıkça belirtmek, bunları tüm dünya ile paylaşmak ve bu görüşlerin okunuyor hatta yorumlanıyor ve hatta itibar görüyor olması aslında süper bir his; yani aslında bu iş bana müthiş bir haz veriyor. Ancak her güzel şeyin dikeni vardır değil mi? O diken battığı zaman ise acı verir insana; işte benim de bir “zaman dikenim” var.

17 ülkeden sorumlu olmak ister istemez insana her an bir zaman limiti koyuyor çünkü sorumluluk çok büyük, beklentiler daha da büyük!

Aslına bakarsanız yaptığım işi çok severek yapıyorum ve pozitif sonuçları da alınca harcanan mesai ve zorluklar hemen unutuluyor; insan ister istemez en kısa yoldan kafaca direk “haz” kısmına geçiyor. Ancak madalyonun arka yüzüne bakıldığında ise sahip olunan pozisyonun hakkını verebilmek için başka taraftan da feragat etme zorunluluğu doğuyor. İşte bu yüzdendir ki istediğim sıklıkta blog yazamamaktayım. Diğer bir açıdan bakıldığında ise şunu da unutmamak gerekiyor: işler iyi giderken blog yazmak daha kolay oluyor ve bloğun içeriği de karamsar olmuyorJ

İlk üç ay işlerimiz iyi gitti, ben de nispeten rahatlayabildiğim için hemen bloğumu yazmaya başladım.

Bu arada benimle birlikte bu yolda yürüyen takım arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum; onlarsız hiçbir başarı mümkün olamazdı.