Başta her şeye içerden başlamak lazım demem bu sebeple, boşuna değil. Halkla ilişkiler konusunda en önde gelen isimlerin ürettiği ve bizim de artık bu bilimin işçileri olarak kabul ettiğimiz bir gerçek var: Markanın dışarıya verdiği mesaj, içerideki paydaşlar tarafından bilinip aynı şekilde desteklenmedikçe şirket dışındaki paydaşlara çok zor ulaşır. Ulaşsa dahi beklenen etkiyi yaratamaz, çünkü o mesajları savunacak markaya bağlı kişilerin olmaması mesajları havada bırakır. Özellikle ne olmak istediğimize karar verip birlikte, olmak istediğimiz şeye inanmalıyız ki gerçekten günün birinde olmak istediğimiz şey olalım ya da varmak istediğimiz noktaya varalım. Hem varoluşun hem de başarının sırrının burada yattığını gördüğümüzde hedefe doğru büyük bir adımı atmış olacağız.

Şirket içi pazarlama neden önemli diye sorarsanız, cevabını aslında üç soruyla vermek isterim: Çalışanlarınızın ya da kendinizin inanmadığı ürüne ya da hizmete başkalarını nasıl inandırabilirsiniz? Çalışanlarınızın ya da kendinizin yüzde 100 arkasında durmadığı işlerin, ürünlerin arkasında toplumdaki diğer paydaşlarınızın durmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Çalışanların önem vermediği gelişmelere toplumun önem vermesini nasıl beklersiniz? İşte bu sorulara verilecek cevaplar bizi bu konudaki en doğru çıkarsamalara götürecektir. Steve Yastrow’un çok sevdiğim bir alıntısı var, yeri gelmişken paylaşmak isterim: ” Your external, marketplace-facing brand can never be better than your internal brand, because it is the people inside your company who create the customer experiences that make possible your external brand.” Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin pazarlamadaki her konunun çıkış ve varış noktası hep insan, yani olay insana ulaşmaktan ibaret.
Benimle online kalmaya devam edin dostlarım,