Karadeniz kızıyım ben, Rizeliyim. Dünyaya geldiğim doğanın şartlarından olsa gerek, zorluktan yılmam…İstediklerim ve/veya benden beklenenler konusunda netsem, her durumda mutlaka bir çözüm arar, bulur uygularım. Bahanelerin arkasına gizlenmeyi de gizleneni de sevmem. Hayat felsefem “insan isterse her şeyi yapar” diye özetleyebildiğim kadar kısa, yalın ve nettir…

Beş çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu ve en büyük kızı olarak büyüdüm. Kendimi bildim bileli “annemin en büyük yardımcısı”, kardeşlerimin “ikinci annesi” olmak sorumluluğunu bilerek ve isteyerek seçtim. Zor ve yorucuydu ama bir o kadar da öğretici ve güçlendirici…

Kalabalık, üstelik aktif sorumluluk aldığınız birbirine kenetlenmiş bir ailede, büyür ve o koşulları artısıyla eksisiyle iyi değerlendirirseniz hayata avantajlı başlıyorsunuz.  İlişki, iletişim, kriz, rekabet, sevgi, saygı yönetimini, maddi-manevi koordinasyonu, esnekliği, dayanıklılığı, yaratıcılığı, şeffaflığı, ketumluğu, yoktan var etmeyi ya da var olanları yok etmeyi vb. yaşıtlarınızdan çok daha erken öğreniyor, yaşam denen debisi yüksek akışta daima birkaç adım önde ilerliyorsunuz. Çevresel ve öz farkındalığınız müthiş gelişiyor. Yaşama ve kendinize dair “5N1K”ları oldukça erken çözme becerisi kazanıyorsunuz.

1980’de benim ilkokulu bitirdiğim, abimin 15 yaşında olduğu yaşta Almanya’ya babamın yanına göçtük. İlk iki yıl, dil öğrenebileceğim bir sınıfa devam edip, oradaki diğer Türklere tercümanlık yapacak kadar Almanca öğrendim ve bununla da kalmayıp, ara sınavları vererek dokuzuncu sınıfa atlayıp okulu birincilikle bitirdim. Okul müdürünün beni tüm veli ve öğrencilerin önüne çıkarıp yaptığı konuşmayı ve ailecek duyduğumuz gururu hala hatırlarım. O yıllarda okul gezilerine katılan ilk Türk kızı bendim. Daha sonraları,  başıma bir şey gelmediğini gören aileler diğer kızların da gezilere katılmasına izin verdiler.


İlk ve orta eğitimimden sonra, liseyi de birincilikle bitirdim. O zamanlar Türkiye’den giden göçmenlerin çocukları dokuzuncu sınıfı bile görmeden bir fabrikada çalışmaya gönderiliyordu. Hele hele kızlar neredeyse hiçbir şekilde eğitime devam etme fırsatı bulamıyordu. Gençlerin çoğuna, önce fabrikada çalışmaya başlamak, sonra evlilik diye bir yol çizilmişti.  Çünkü “Bu Almanlar Türk çocuklarını okutmazlar ki” diye de bir öğrenilmiş çaresizlik durumu vardı. Ve bu beni hem çok üzüp hem de çok hırslandırıyordu. Canımı dişime taktım, bizim orada Wirtschaftsgymnasium’a giden ve bitiren ilk Türk kızı olmayı başardım. Bu ilerleyişimi gören, daha önce inanmaz, caydırıcı yorumlar yapan herkes artık bana “bizim çocuğu nasıl okutsak, hangi okula gitse?” diye sormaya geliyordu.