Vikipedi’deki tanımına göre, “Gürültü kirliliği veya diğer adıyla ses kirliliği; insan, hayvan ve (bilim insanlarına göre) bitkilerin yaşamını olumsuz etkileyen, dengesini bozan her türlü insan, hayvan ya da makine kaynaklı ses oluşumudur. Gürültü kirliliğinin en yaygın biçimlerinden biri, özellikle motorlu araçların neden olduğu kirliliktir.”.
Çoğumuz kentlerde yaşıyor, motorlu araçlardan ve şehir yaşamından kaynaklanan farklı seslere maruz kalıyoruz. Modern çağ insanı olan bizler, gece uyumamız gereken saatlerde hatta tatil yörelerinde bile hiç kesilmeyen bir “akan trafik uğultusu” içinde yaşıyoruz. Trafiğin içinden yükselen siren, alarm, korna gibi düzensiz sesler, çalan telefonlar, insan kalabalıklarının, sokak hayvanlarının yol açtığı gürültü neredeyse hiç kesilmiyor. Özetle, sürekli dinamik olan şehir hayatından taşan ve kulaklarımıza, daha doğrusu beynimize ulaşan türlü türlü ses kirliliği tüm çevremizi sarmış durumda.
Hâl böyle iken yani çevre kirliliği çağımızın en önemli sorunlarından biri olmasına rağmen hepimiz daha çok fiziksel kirliliğe, çöpe, atıklara, hava ve su kaynaklı gözle görülebilir sonuçlara odaklanıyoruz. Gürültü kirliliğini nispeten göz ardı ediyor ve fiziksel kirliliğin sağlığımız, yaşam kalitemiz üzerindeki etkilerini daha fazla önemsiyoruz. Oysa “ses” kaynaklı kirlilik de çevre kirliliği tanımı içinde yer alıyor ve asla ihmal edilemeyecek kadar, çok sayıda olumsuz etki yaratıyor.
Bazen şöyle düşünüyorum; şayet gürültünün “kirini” de diğerleri gibi görebilseydik belki de içinde bir adım bile atamadığımız daracık bir alana sıkışıp kaldığımızı fark edecektik...
Pandemi etkisi…
Bir konuda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum: Ülkemizde ve tüm dünyada COVID-19 ile mücadele kapsamında sokağa çıkma yasakları başladığında en çok şaşırdığımız noktalardan biri, büyük kentlerin sessizliğe gömülmesi olmuştu. Neredeyse tüm televizyon kanalları çıt çıkmayan bomboş sokakları ana haber bültenlerinde yayınlıyorlardı. Sadece trafiğin ortadan kalkmasının bile çevreye katkısını net bir şekilde görmek, hepimizi çok etkilemişti.
Yine pandeminin başlarında ve ilerleyen süreçlerde, tüm insanlık olarak sağlığın önemini bir kez daha hatırladık. Özellikle de hareketsizlikten, evde kapalı kalmaktan kaynaklanan ruh ve beden sağlığı sorunlarının önüne geçmek ve üstesinden gelmek için çeşitli önlemler almaya başladık. Şirketimiz BSH’de ve çeşitli YouTube kanallarında bu konularda düzenlenen çevrim içi eğitimlere, seminerlere katılıp sağlığımız için yapabileceğimiz ne kadar çok şey olduğunu adeta sıfırdan keşfettik.
Bütün bu farkındalıkların bende yarattığı somut etki, mümkün oldukça düzenli yürüyüş yapmaya başlamak oldu. Yürüyüşü alışkanlık hâline getirmek ve vücut/hareket ölçümlerimi takip etmek için de bir spor bilekliği aldım. Kendime günlük bir hedef belirledim ve yeterince hareket etmediğimde bilekliğimden gelen uyarıların çok faydasını gördüm.
Artık birbirimize iyice alıştık. Sevgili bilekliğim, beni benden çok düşünen hayırlı bir dost gibi düzenli uyarılar gönderiyor. Yüklediğim ek uygulamalar ile de adım sayımdan kalp ritmime, hatta etrafımdaki gürültü oranına kadar sağlığımı etkileyecek pek çok parametreyi gözlemliyorum. Bu parametreleri analiz ederek hareketliliğimi, yaşam tempomu ve tarzımı düzenleyebiliyorum.
Örneğin bileklik beni sık sık uzun süre yüksek sese maruz kaldığım konusunda uyarmaya başladığından bu yana, etrafımdaki gürültü seviyesini daha dikkatle ölçmeye başladım ve benim için ideal ortam ses aralığının 30-80 desibel olduğunu öğrendim. İlk iş olarak da hemen yalnızca 64 desibelde çalışan bir Bosch ProSilence Süpürge almaya karar verdim.
Satın almadan önce, gün içinde 85 desibelin üzerine çıkabilen insan sesinden bile düşük seviyede çalışan süpürgeyi test edip gayet başarılı buldum. Eski süpürgeme kıyasla gerçekten büyük bir fark vardı, kendisini kaptığım gibi eve götürdüm.😊 Şimdi çok mutluyum, ProSilence Süpürge o kadar sessiz ki saat kaç olursa olsun kendimi de komşularımı da rahatsız etmeden kullanabiliyorum. Her kullandığımda da “Ey teknoloji! Sen nelere kadirsin?” diye keyifle söyleniyorum…
Kısacası, özellikle COVID-19 sonrasında belki diğer insanlardan farklı olarak ses kirliliğine karşı biraz daha fazla hassasiyet geliştirdim. Ses kirliliğinin etkilerinin geçici ya da sürekli işitme kaybı, yüksek tansiyon, solunum ve dolaşım bozuklukları, zihinsel etkinliğin azalması, stres, uyku düzeninin bozulması, sinirlilik, dikkat dağılması ve iş veriminin düşmesine bile neden olabileceğini öğrenmem bu konuya eğilmemde tetikleyici oldu.
O yüzden artık çok ciddi bir dikkatle başta evim olmak üzere hem yaşadığım ortamlardaki gürültü seviyesini azaltacak önlemler almaya çalışıyor hem de sessiz ortamları tercih ediyorum. Sizlere de hayatınızda ses kirliliğine yol açan unsurları azaltmanızı tavsiye ederim.
Ah! Bileklik uyarıyor, şimdi biraz hareket etme zamanı. Yeni bir yazıda buluşmak üzere, müsaadenizle ben yürüyüşe gidiyorum. Haydi! Siz de kalkın bence…
Seçkin Sefa Durası
BSH Türkiye Bosch Satış Departmanı Dijital Süreçler Satış Uzmanı