Bir anlığına başımızı en yakındaki pencereye çevirip dışarıya bakalım. Güneşli bir pazar sabahı, çocuklar bahçede koşuyor ya da yağmurlu bir akşamda dolunay gecemizi aydınlatıyor. Böyle güzel anların kıymetini belki de o anların içindeyken fark etmiyoruz. Her yeni güne uyandığımızda farkına varmadığımız ancak belki de her seferinde değerini daha fazla hatırlamamız gereken bir gerçek daha var: Nefes alıyoruz!

Bu yaşamsal faaliyet için belki de evrendeki en ideal gezegende yaşıyoruz. Dünyamız, insan vücudunun soluduğu oksijeni işleyebilecek ideal atmosfer yapısına ve hava bileşimine sahip. Soluduğumuz havanın yaklaşık %78’i azot, %21’i ise oksijen gazlarından oluşuyor. Geri kalan %1’lik dilimde de karbondioksit gibi zehirli ve çeşitli gazlar bulunuyor. Günümüzdeki tüm sürdürülebilirlik tartışmalarının odak noktasında da mevcut oksijen varlığı ve oranını koruyabilmek, karbondioksit salımını makul bir düzeye çekebilmek ve gelecek nesillere temiz ve solunabilir bir hava bırakmak yer alıyor.

Bu amaca giden yolda dikkat etmemiz gereken belki de en önemli husus, oksijen varlığını nasıl koruyacağımız. Bunun için yeryüzündeki en kıymetli varlıklarımız ormanlar değil mi? Rusya boyunca uzanan tundralar, ekvator ve civarındaki yağmur ormanları… Aslında öyle çok uzağa gitmeye de gerek yok, evimizin karşısındaki yemyeşil parka bakabiliriz. Bunları koruduğumuz takdirde oksijen varlığımızın da korunacağını düşünüyoruz. Ancak her şey bundan ibaret değil…

Bir anlığına ibreyi yaklaşık 600 milyon yıl öncesine çevirelim. Atmosferdeki oksijen miktarı neredeyse %5’ten az ve dünyada henüz tek bir ağaç bile yaşamıyor. Zira araştırmalara göre ormanların kökeni yaklaşık 470 milyon yıl öncesine dayanıyor. O hâlde sahip olduğumuz oksijenin varlığını ve devamlılığını kime borçluyuz?
Bu konuda yapılan bir araştırma, dünyadaki oksijenin yaklaşık %50 ile %80’ini okyanusların ürettiğini gösteriyor. (Bu oran, zamana ve gelgitlere bağlı olarak değişebiliyor.) Planktonlar, biz bu yaşamsal faaliyeti sürdürebilelim diye günün her anında zor şartlarda da olsa çalışıyor. 

Evet, ne yazık ki zor şartlarda diyorum çünkü okyanuslarımız her geçen gün daha fazla atıkla kirletiliyor. Bir Euronews haberine göre plastik atıklar okyanusların her köşesine ulaşmış durumda, mikroskobik boyuttaki tek hücreli planktonlardan en büyük balinalara kadar deniz canlılarında plastik atıklar görebiliyoruz. Yine aynı haberde, WWF raporuna göre, dünya sularına her yıl 19 ila 23 milyon ton arasında plastik atık bırakıldığını görüyoruz.

BSH ise bu konuda oldukça somut adımlar atıyor. Global stratejilerinde yer alan 6 odak noktasından biri; denizlerimizin kirlenmemesi, bizden sonraki nesillerin de sağlıklı bir şekilde nefes alabilmesi için sürdürülebilirlik stratejisinin tüm değer zinciri boyunca uygulanması…

Süreçler somut verilerle de tanımlanmış durumda. Örneğin ilk hedeflerimizden biri, üretilen tüm cihazlarda yeniden kullanım oranını %95'e çıkarmak. Benzer şekilde içinde bulunduğumuz 10 yıllık zaman diliminde İstanbul'daki 4 kişilik 79 bin 710 hanenin 1 yıllık enerji tüketimine denk gelen 220 GWh miktarında enerji tasarrufu sağlamayı hedefliyoruz. 

Böyle hedeflerin peşinde gelecek nesillerimiz için yaşanılabilir ve temiz bir dünya bırakmak, BSH ve paydaşlarının en önemli ortak amaçlarından biri olarak yer alıyor.

İzlediğimiz programlarda veya okuduğumuz haberlerde, belki de bazen bizi karamsarlığa sürükleyen gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz. Ancak BSH gibi bizler de kararlı ve somut adımlarla ilerleyerek, karamsarlığa düşmeden ancak gerçekçiliği de elden bırakmadan sorumluluk alabilir ve yaşantımızla değişimin öncüleri olabiliriz. Evlatlarımıza sürdürülebilir bir gelecek sunma konusunda biz de önemli görevler üstlenebiliriz.

Yorum ve sorularınızı heyecanla bekliyor ve yazılarımdan keyif aldığınızı, yararlandığınızı umuyorum. Yeni bir konuda buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın.

Kerem Can Germirligil
Endirekt Satınalma Uzmanı