Çok acayip ve anlamlandırmakta güçlük çektiğimiz günler yaşıyoruz. Benim gibi yarım asırlık Türk çınarların bir ömre sığdırdıklarını, değme alimler ömrü hayatlarında yaşamamıştır herhalde. Şanslı mıyız, şanssız mıyız zaman gösterecek, ama dayanıklı ve esnek olduğumuz bir gerçek…
Yaşadıkça birçok şeyin uzmanı oluveriyoruz, tıpkı şimdilerde Koronagillerin, dezenfektanların, şartlı-şurtlu temizlik yöntemlerinin ve evde ekmek pişirmenin uzmanı olduğumuz gibi.
Tüm Whatsapp gruplarında paylaşılan ve evde hamburgerden tutun da evde döner yapımına kadar uzanan tarifler hayatımızı kökten değiştireceğe benziyor.:)
Dışardan yemek yemeğe çok alışmıştık, köklerimize dönüyoruz. Artık “Home Made – Ev Yapımı” moda! Ah bir de o Instagram’da, Whatsapp’larda gördüklerimizin tadını bilebilsek ne iyi olurdu. Teknoloji bir gün oraya kadar varır mı dersiniz?.. Bunca olandan sonra “varmaz” diyemediğimizi hissediyorum.:)
Biraz geriye, sonra yine ve daha ileriye…
Bilinçlendikçe, her şeyin doğalını arıyoruz, alıyoruz. Şekerse, şeker pancarından olanını (zor ama halen bulunabiliyor şükürler olsun), zeytinyağı ise bahçesinde sıkılanını, sebze ise en organik olanını, yumurta ise gezen ve doğal yem ile beslenen tavuktan geleninin peşinden koşuyoruz…
Yediğimiz, içtiğimiz şeylere o kadar çok katkı maddesi eklenmeye başlamıştı ki…
Şimdilerde arınıyoruz, temizleniyoruz bir şekilde… Daha doğrusu arınmaya, temizlenmeye çalışıyoruz… Belli ki bunca yılın hasarı ve birikimi birden bire yok olmayacak…Ama hepimizin arınma gayretleri kesintisiz sürecek… (İnşallah…)
Artık hayatımızın ayrılmaz parçası olacağı kesinleşen “sağlıklı yaşam” trendinden de etkilenerek, sanırım “tarım ve hayvancılık” COVID-19 salgın sürecinden sonra en fazla değişecek, gelişecek alanlardan biri olacak.
Belki pek çok alanda işsizlik artacak, ama ben inanıyorum ki tarım-hayvancılık ve bunlarla ilgili sektörlerde eskisinden çok daha fazla insana ihtiyaç duyulacak. Hem konvansiyonel hem de yeni sayısız iş olanağı açılacak. Sanırım insanlar yıllar önce “köyden indim şehire” ya da “………. ‘un taşı toprağı altın” akımı ile geldikleri şehirlerin karmaşasından yılıp, geride bıraktıkları tarlalarına, memleketlerine dönecekler. Kuşkusuz onlara daha sade ve sağlıklı hayatı özleyen kentliler de katılacak… Ve bu vesile ile teknoloji ile daha da güçlendirilmiş insan emeği küçük yerleşim yerlerinde, tarım havzalarında yeniden kıymete binecek.
Özbakım…
COVID-19 döneminde, en önemli şeyin her manada (fiziksel ve ruhsal) özbakım olduğunu öğreniyoruz. El temizliğinin kendini korumak için ne kadar kritik olduğunu yeniden keşfediyoruz. En iyi el temizliğinin sabun ve su ile yapıldığını, elin 20 saniye sıcak olmayan su ile iyice yıkanması gerektiğini… Aslında en olağan olanın ne kadar olağanüstü olduğunu yaşıyoruz birlikte. Eskiden cihaz alırken kapasitesine vb. bakarak satın alma kararı verirken, artık hijyen ile ilgili programlarına da titizlikle bakıyoruz.
Küçüklerimiz ile kaliteli zaman geçirmeyi, büyüklerimizin sağlığını önemsemeyi de öğreniyoruz… Doktorun-hemşirenin, çöpçünün, eczacının, marketteki kasiyerin ve beyaz
eşya sektörü olarak baktığımızda servisteki teknisyenin önemini anlıyoruz. Her şeyin durabileceğini, ama onlar olmazsa akışın aksayacağını, hayatın devam edemeyeceğini fark ediyoruz. Bu böyle uzar gider ama burada keseceğim ve biraz da bir çalışan olarak süreci nasıl yaşadığımı da anlatacağım…
Hayatım boyunca Home Office insanı değilim derdim. Hep, evle işin ayrılması gerektiğine inandım ve ev ortamında çalışmanın verimli olamayacağını düşündüm. Fani bir beyaz yakalı olarak işe konsantre olmanın fiziksel olarak işte olmayı gerektirdiğine iman ettim.:) Meseleleri çözmenin ve ilerleme kaydetmenin iş arkadaşlarımız ile fiziksel toplanmaktan ve göz göze bakarak konuşmaktan geçtiğini sandım. Sandım diyorum, çünkü bu süreçte farklı yolların olduğunu da öğrendim.
Karantinanın ilk günlerinde ofise gitmekten vazgeçemeyen ben. Sonra pes ettim :)
Hayatımda şu anda değişen tek şey sabah 6.30 yerine 7.00’da kalkıyor olmam. Sabahları yolda geçirdiğim yarım saati artık uyuyarak geçiriyorum. Peki uykumu alıyor muyum, hayır! Çünkü yatmadan önce kafama mutlaka bir şeyler takılıyor ve uykularım kaçıyor. Belki de dönemin genel atmosferinden, yaşadığımız bu olağan üstü dönemin enerjisindendir.
İlk haftalarda gecenin bir yarısı kalkıp evde tur attığım ya da yatak ortasında gözü fal taşı gibi açık bir şekilde “ ne yapacağız şimdi?” diyerek dönüp durduğum da çok oldu.
Psikoloğumla konuştuğumda, bu süreçte kaygı artışının normal olduğunu söyledi ve tavsiye ettiği hafif bir ilacı alarak bu süreci kaliteli uyku uyuyarak atlatmamı önerdi. Harfiyen uyguluyorum, iyi beslenmek, iyi uyumak ve bağışıklık sistemini güçlü tutmak önemli.
Artık sabah çayımı Dilek veya Döndü getiremiyor, beni yorgun gördüklerinde “bunu iç, şimdi sana bu lazım” diyemiyorlar. Onları ne kadar özledim anlatamam. Meğer hayatımda ne kadar önemli yerleri varmış, insanın kendi çayını/kahvesini hazırlaması ne zormuş. Çünkü günlük akışa geçtiğimde ön hazırlık, video konferans araması, mesajlar vb. derken kendimi öyle bir kaptırıyorum ki bunları yapacak vakit kalmıyor. Eşim elinde çay veya kahve ile geldiğinde ne kadar mutlu oluyorum anlatamam.
Küçük şeylerden mutlu oluyoruz gördüğünüz gibi. Yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere kesintisiz çalışıyorum Hatta diyebilirim ki eski düşüncemin aksine inanılmaz da verimli çalışıyorum.
Küçük çocukları olanlar için durum biraz daha zor, farkındayım. Okul çağında olanların dersleri, internet bağlantıları derken evde gerilim katsayısının arttığı da bir gerçek. Çok şükür ben o dönemleri atlatan şanslılardanım, fakat o durumda olanları anlayabiliyorum.
Öğlenleri yemek arası veriyorum haliyle. Kendi yemeğimi akşamdan hazırlamış oluyorum, sadece ısıtıyorum o kadar. Haberleri izliyorum ki bu çalışırken kaybettiğim bir lükstü. Öğlen aralarında arkadaşlarla kafeteryada yaptığımız sohbetleri özlemiyor değilim, ama böyle haberleri izleyip dünyadan ve Türkiye’den haberdar olmak, güncelde kalmak da iyi ve değişik geliyor.
Yemek demişken en sıkıntılı olduğum bu konuya değinmeden geçemeyeceğim… Sürekli bir yemek pişirme ve yeme modundayız, üstelik neredeyse hiç hareket edemiyoruz da… Nasıl gidecek bu kilolar diye düşünmekten içim daralıyor…
Dağınıklıkları topladık, epeyce sadeleştik…
El atmadığım birçok konuya el atabildim bu arada… Ötelediğim her işi gözden geçirdim ve yoluna – yordamına koydum. Bunlar da gayet iyi geldi, içimi rahatlattı. Yeni bir şeylere başlamak şu ana kadar pek içimden gelmedi, fakat olanı yoluna koymak ya da takip etmek ofis günlerinden daha iyi yürüyor diyebilirim.
İnanılır gibi değil ama uzaktan bağlanmamıza rağmen, ekiple bir fikir geliştirme çalıştayı bile gerçekleştirdik. Hatta inovasyonla ilgili hayal gücümün tavan yaptığını dahi söyleyebilirim. Başlangıçta “boşuna yapıyoruz bu telekonferansı” deyip duran önyargılı iç sesim, güzel sonuçlarla sustu ve yerini tatlı bir şaşkınlığa bıraktı, “vay be bayağı oluyormuş işte” demeye başladı…
Fark ettiğim bir diğer konu da ofis toplantılarında çaydır/ kahvedir, hoş-beştir derken toplantıların daha uzun sürdüğü, telekonferansla yapılanlarda ise aynı sonuca daha kısa sürede vardığımız oldu. Ama bu sürdürebilir mi ondan çok emin değilim, çünkü insani tarafımız olan sohbet kısmını bu kadar boşlamak uzun vadede iyi gelir mi henüz bilemiyorum açıkçası. Ancak bir denge tutturmamız gerektiği de kesin.
Evde çalıştığımız şu dönemde teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar faydalanıyoruz. Whatsapp guruplarımızı kurduk, düzenli aramalarımız var, bol bol e-mailleşmelerimiz sürüyor. Arada normal, cep telefonundan da görüşüyoruz. Kısacası teknolojinin olanakları ve çeşitliliği evden çalışmayı epeyce kolaylaştırıyor. Mutlaka ofiste çalışmalıyım diyen ben bile sırf kendime dönebilmek ve demin bahsettiğim avantajlardan daha fazla faydalanabilmek için gelecekte haftanın 1-2 günü Home Office çalışabilirim diye düşünüyorum.
Döndüğümüz ofis bizlere farklı mı gelecek acaba?
Gördüğünüz gibi her şeye rağmen, halen ofisi ve birlikte çalıştığım insanları ekranlar aracılığı ile değil, fiziksel olarak görmeye ihtiyacım var. Tahmin ediyorum, döndüğümüz ofis hayatı ile salgın öncesine kadar süren önceki ofis hayatımız bir daha hiç aynı olmayacak. Bu alanda da birçok şey değişecek.
Bu “Home Office” olayının en keyifli tarafı akşam trafiği yaşamamak. Bir de o işin bittiği an, bilgisayarı kapatıp hemen temizliğe dalmanın keyfi anlatılır gibi değil. Her gün ev süpürmekten, çamaşır sularıyla orayı burayı ovmaktan evin rengi değişti desem yeridir. Evde yıkanmadık şey kalmadı, her bir şeyler kaynatıldı. Bugüne kadar dokunulmayan hurçlar, çekmeceler, kutular bir bir açıldı, toparlandı. Galiba hepimizin böyle bir es vermeye ihtiyacı varmış… Yine de etrafımda “işimi özledim, evdeyken daha çok yoruldum vallahi” feryadını o kadar duyuyorum ki anlatamam.:)
Hepimiz bu yeni normale öyle ya da böyle uyum sağlayacağız, kaçınılmaz… COVID-19 nedeniyle oluşan bu karantina sürecinin sonunda; çalışan, müşteri, birey, ana-baba-çocuk olarak ihtiyaçlarımız ve davranışlarımız değişecek.
Toparlayacak olursam, benim COVID-19 döneminde Home Office çalışma için test sonuçlarım oldukça iyi çıktı Umarım sizinkiler de öyledir.
Sizin de alışkanlıklarınız değiştiyse yazar mısınız? Süreci nasıl yaşadığınızı, etrafınızda ilginç bulduğunuz deneyimleri/değişiklikleri benimle paylaşır mısınız? Şimdiden teşekkür ederim.:)
Ne olacaksa hepimizin ve evrenin hayrına olsun.
Sağlıcakla kalın,
Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Regional Brand Owner - Bosch