Kıymetli Okurlarım,

İnanılır gibi değil, ama en son doğum günümde -yani 8 Temmuz 2015’te- blog yazmışım. Neredeyse bir sonraki doğum günüm kapıda! Daha önceleri, bu satırlarda zaman zaman ilgisizlikten yakınırdım. Ancak şimdi durum farklı. Olay tersine döndü, sanki ben sizleri ihmal etmişim gibi durdu…

Arayanlar, bir sonraki yazımı soranlar, LinkedInden mesaj atanlar, “ee hadi bekliyoruz” diyenler… Tabii ki mahcup etti ama çok da hoşuma gitti. Keyfim yerine geldi. Epeyce takipçim, okuyanım, sevenim ve sayanım varmış. Duygulandım, motive oldum. Her birine gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum. Ah su “kaybedince değer bilme huyumuz yok mu!” Oldum olası bayılırım… Fakat yine de kıymetimi bilen tüm takipçilerime teşekkür ederim. Neyse tekrar döndüm, yazılarıma tekrar başlıyorum, üstelik de inanılmaz hırslıyım!

Bu arada, ben ortalarda yokken, Burçin Hanım’la aram bayağı açılmış! Bu beklenmedik boşluktan ötürü, kendileri “En Çok Okunan Blogger” tahtıma oturmuşlar. Artık yapılacak şey belli, hedef göründü! Eskisi kadar sık yazamayacağım ortada, ama söz; bir daha arayı da bu kadar da açmayacağım ve o tahta yeniden kurulacağım. Tabii ki desteklerinizle…

Işık hızı ile geçen yıl!Neredeyse seneye varan ve uzun bir süreyi kapsayan ayrılık dönemimiz bana göre ışın hızıyla geçti, gitti! İnsan yoğun çalışırken zamanın nasıl aktığını -maalesef- fark edemiyor.  

Düzenli yazmakla, blog işini görev edinmekle, bu işi olması gerektiği gibi ciddiye almakla ve bu konudaki sorumluluğunun farkında olmakla övünürken, ister istemez çok keyif aldığım ve içimi döktüğüm blog yazma konusunu bir hayli ihmal ettim. Her ne kadar bu durumu kendime yakıştıramasam da hele bi sorun bakalım neden böyle oldu?

Hem çok farklı hem de çok aynı geniş bir coğrafyanın yaşattıkları….
2015 yılına bir görev değişikliği ile başladım biliyorsunuz. Doğal olarak, yeni göreve alışmak zaman aldı. Bu süreç içinde İlk pazar ziyaretlerimi yaptım. Sorumluluğumdaki tüm ana pazarlarımızda Bosch markasının yeniden konumlandırılmasını, tüketici hedef kitlesini ve kurumsalındaki değişiklikleri anlattım. Sonra işin operasyon kısmı başladı ve ekibimle birlikte uygulamalarla ilgili soruları cevapladık. Sibirya’dan Cape Town’a kadar, çok geniş bir coğrafyadan gelen her soruya hızlı cevap vermemiz gerekiyordu. Ve bunun için tabii ki gece-gündüz, Cumartesi-Pazar demeden çalıştık. Cep telefonlarımız sayesinde ofiste, evde, tatilde her yerden yetiştik, yorulduk ama bunlar çok keyifli yorgunluklar oldu. Çünkü iliklerimize kadar iş tatmini, iyi şeyler yapma duygusu dolduk. Kendimizle gurur duyduk.

BSH Türkiye’nin sorumlu olduğu Türkiye-Afrika-Orta Doğu ve CIS diye kısaltılan T-MEA-CIS bölgesi, her açıdan son derece heterojen bir bölge… Coğrafyası çok geniş. Kuzey Kutbu’ndan, Güney Kutbu’na uzanan bu bölge; hem kültürel hem de ticari farklılıklarıyla apayrı bir lezzete sahip.

Bölgeyi harita üzerinde görmek isteyenler için aşağıya ekledim.

Her renkten, her dilden insanla birlikte çalışmak çok keyifli, öğretici ve az sayıda insanın sahip olabileceği bir deneyim kazandırıyor. Yaptığım iş bu açıdan bakıldığında inanılmaz heyecan verici. Bir gün doyuma ulaşmış bir pazarda, diğer bir gün yeni girilecek yepyeni bir pazarda olmak, bunlarla uğraşmak insanın ufkunu müthiş genişletiyor.

Toparladığında ise ana formüllerin, temel belirleyicilerin daima benzer olduğunu görüyorsun ve işte o anda hissettiğin duygu tarif edilemez,  ancak yaşanır bir hazza dönüşüyor…

Farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışan pazar araştırmaları, özünde benzerlikleri ortaya çıkarıyor olmasın?..

Belki bunu daha evvel söylemiş/yazmış olduğum için kendimi tekrarlayacağım ama yine de tekrarlamaktan vazgeçmeyeceğim. Tüm bu süreçte bir kez daha fark ettim ki insanlar aslında duygusal açıdan birbirine çok benziyor. Anlaşmak için insan olmak yetiyor. Dünyanın neresinde olduğunuz pek fark etmiyor. 

Herkesin “ama biz farklıyız” demesinin esasında; insanların aslında başka insanları veya ülkeleri çok fazla tanımamasından kaynaklandığını fark ediyorsunuz. Farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışan pazar araştırmalarının, özünde benzerlikleri ortaya çıkardığını görüyorsunuz...

Sonuçta aslında düşündüğümüz kadar birbirimizden farklı değilken bizi bu kadar birbirimizden uzaklaştıran şeyin ne olduğunu merak etmeye başlıyor, sorguluyorsunuz. Benim kişisel sorgulamam hala devam ediyor… Bir yerlere varırsam, emin olun paylaşacağım. Ama sizlerin bu konuda ne düşündüğünüzü de çok merak ediyorum. Lüfen yazın bana.

Bu büyük benzerlikler neticesinde bana sorarsanız ihtiyacımız olan sadece daha fazla hoşgörü ve daha fazla empati.
 

Mevlana’nın öğretisindeki “Gel, gel, ne olursan ol gel!” özdeyişiyle her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklamasının altında da kanımca bu gerçekliği çok daha erken fark eden ruhunun ustalığı yatıyor. İnanıyorum ki her birimiz bu noktaya geldiğimizde, dünya sadece çok daha barışçıl ve yaşanılası bir yer olmakla kalmayacak,  aynı zamanda hem bireysel anlamda birimizle hem de profesyonel anlamda iletişim yönetiminde işimiz kolaylaşacak. İletişim, yaşam kalitemiz artacak….

Nerden nereye geldik… 

Yeni görevimin bende açtığı bu pencere her kültüre karşı daha anlayışlı ve saygılı olmayı, her şeyden önce daha fazla dinlemeyi öğretti. 

Şimdilerde daha az konuşup, daha çok dinler oldum. Konuştuğumda söylediklerimse bir önceki paragrafta yazdıklarım: “Düşündüğün kadar farklı değiliz, çünkü …..” diye başlayan cümlelerim geleceğe dair umutlarımı her şeye rağmen yeşertmeye devam ediyor.Artık hoşgörü ve empatinin değerini eskisinden daha çok biliyorum ve her zamankinden daha fazla insanoğlunun kurtuluşunun bu olduğunu düşünüyorum…

Eee.. geldik yazının sonuna… Ve aslında ne güzel bir yerde bitirdik değil mi?

Ramazan ayındayız, bildiğiniz gibi İslam dünyası açısından hoşgörü ve muhabbet ayı. Ben bu Ramazan ayının tüm bölgemizin beraberlik ve kardeşliğine, ayrıca tüm dünya barışının tesisine vesile olmasını diliyorum…
Lütfen benimle ve online kalmaya devam edin. Görüşlerinizi siz de paylaşın… 

Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Head of Regional Brand Management Bosch