Oldum olası bana sipariş verilmesi stres katsayımı arttırır. Yapılması gerekenleri düşündükçe elim ayağıma dolanır. Bu, annemin “gelirken ekmek getirmeyi unutma!” dediğinde de, Burçin Girit sürekli e-mail atıp “Ee, hani yazılarınız nerde?” diye sorduğunda da aynı :)

Oysa her gittiğim yerde – bu ara yine leyleği havada görmüş vaziyetteyim - ya da gördüğüm, deneyimlediğim her yeni şeyle kesintisiz esinlenme, ilham atakları ile coşar haldeyim. Ve sizi temin ederim “bu konuda mutlaka bir şey yazmalıyım” dediğim her şeyi yazsam “en çok yazan, en çok okunan BSH Kurumsal Blogger’ı” unvanımı anında geri alırım, ancak inanın yazacak vakit yok!.. 

Ahh ah beni şu an “aman çok çalışıyorum” tribinde olan kişilerden sanabilirsiniz. Yok vallahi değil! Bilen bilir, ben çok şikâyet eden, çalışmaktan yüksünen biri değilim ve hiç bir zaman da olmadım, ama gerçekten hangi ara - ne yazayım bilemiyorum ve sonuçta bir bakmışım zaman da tüm yazmak istediklerim de uçuvermiş…  Neyse ki nispeten rahat olan bir günümün öğlen yemeği arasını bu iş için değerlendirebilirim diye düşündüm ve  başladım yazmaya. Artık bahtınıza ne çıkarsa… Umarım keyif alırsınız :)

Konumuz perspektif, bakış açımız geniş olmalı ki…

Son zamanlarda geniş perspektiflere taktım. Gerçi bu, çocukluğumdan beri takık olduğum bir konu galiba. Öyle ki resim konusunda hiç yetenekli olmayan ben, konu perspektif çizmeye geldiğinde sınıf birincisiydim. 

Nedeni basit: Gördüğünüz buzdağının %10’u ya da hadi bilemediniz %30u olduğunda meseleyi çözmek bir tarafa, konuya yaklaşamıyorsunuz bile. Bu, fiziki bir durum için de kuramsal bir iş için de böyle! 

Geniş bir görüş açısı ile değerlendirme yapmadığınız her durum sonrasında, o konuyla ilgili geniş açıyı görme şansını yakaladığınızda genellikle yanlış bir karar, algı geliştirdiğiniz ortaya. Ve çoğunlukla da iş işten geçmiş oluyor. 

Açıklayıcı tüm bilgileri, detayları edinmeden ve doğru sebep-sonuç ilişkilerini kurmadan, nasılları çözmeden aktardığımız, aldığımız ya da üzerinde çalıştığımız bilgilerin sağlıklı bir kararın altyapısını oluşturması çok zor. 

Oysa tüm kriterleri, detayları ilettiğimiz durumlarda dahi alınan kararlar, atılan adımlar ve anlaşılanlar karşımızdaki insanların algılayabildiği ile sınırlanıyor. Bir de bunun üzerine fotoğrafın tamamının görünemediğini, anlaşılamadığını eklersek vaziyet daha da vahimleşiyor. Çünkü sadece bilgi/veri iletmek yetmiyor, o bilgiyi iletirken bir de karar vericinin anlayacağı dili göz önünde bulundurmak, hesaba katmak ve anlayabileceği şekilde, uygun dil, iletişim şekli kullanmak gerekiyor. 

Sonuçta karar dediğiniz şey; o kişinin ya da işin (süreçler belli ise) önceliklerine ya da doğrularına göre şekilleniyor.  
Gördüğümüz, anladığımız ve gerçek olanı aramak…

İşte tam da bu nedenle, aynı konuyu üç kişiye açar ve genelde üç ayrı cevap alırız ve buna bir de şaşırırız... “Allah Allah! Aynı şeyi anlatıyorum, her biri ayrı telden çalıyor!..” diye de söyleniriz, bozuluruz.  Ancak bu çok normaldir. Çünkü muhataplarımızın, o işteki paydaşlarımızın her biri aynı konuya, fakat farklı perspektiflerden bakmaktadır. Kimi üstten, kimi bir kesitten, kimi alttan, kimi yandan, kimi içerden vb. gördüğü, algıladığı şekilde değerlendirmektedir. Her biri, aynı duruma daha öncelikli ya da önemli bulduğu farklı açılardan yaklaşmaktadır. 

İşte zaman zaman bir şeylerin neden kabul gördüğünü ya da görmediğini anlayamayışlarımız tam da bu sebeptendir. Karar vericinin önem sıralamasını veya aklındaki “ona göre doğruları” atlamış, süreçlerdeki detaylara dikkat etmemiş ya da “uygun iletişim dilini” kullanamamışızdır… 

Çoğu zaman bakış açımızı değiştirdiğimizde ve kendimizi karşıdaki kişinin yerine koyduğumuzda ya da iletişim dilimizi karşımızdaki kişi ile aynı frekansa girecek şekilde kullandığımızda olayların ve sorunların ne kadar çabuk çözüldüğünü görür, şaşırırız. 

Kısacası, aslında ufak bir tutum, davranış değişikliği ile sorunların çoğundan kurtulmak mümkün. O halde herkesin aynı bakış açısında ya da iletişim dilinde olduğunu varsayarak son derece yorucu ve zaman kaybettirici bir sarmala girmekten kaçınalım arkadaşlar diyorum…
“Eğer başarının herhangi bir sırrı varsa bu diğer insanın görüş noktasını anlama ve olayları kendi açınızdan görebildiğiniz kadar, onun açısından da görme yeteneğinizde yatmaktadır.” - Henry Ford

Nereden, hangi gözle bakmalı? 

NLP’de (Neuro Linguistic Programming – Sinir Dil Programlaması) olaylara üç bakış açısı vardır biliyorsunuz: 

1- Olay içinde kendi gözümüzle (haklı olduğumuz durumlar)
2- Olay içinde başkasının gözüyle baktığımız durumlar (haksız olduğumuz durumlar) 
3- Olay dışından başkasının gözüyle baktığımız durumlar (tıpkı bir hâkim gibi)… 

Sizce bunlardan hangisinde daha geniş bir bakış açısına sahibiz? Tabii ki üçüncüsünde! Dolayısıyla bakış açımızı ne kadar geniş tutarsak, doğruya ve objektif olana o derece yakınlaşmış oluruz. 

Kişisel tavsiyem; her derde deva niteliğindeki “daha geniş bir bakış açısı yakalamak” için dünya görüşünüz, siyasi ideolojiniz, dini inancınız ne olursa olsun, mutlaka "ötekini" ve "karşı görüşü" önyargılardan arınarak okuyun, dinleyin. Yaşamınızın tüm katmanlarında olabildiğince birbirinden farklı disiplini kararlarınıza dahil edin. Farklılıkların buluştuğu ortak akıl, zenginlik ve çeşitlilik ortamı sizi mutlaka doğru karara ulaştıracaktır…

Carlos Castaneda diyor ki;

Her şeye aynı açıdan bakarsan, 
Hep aynı şeyleri düşünürsün. 

Hep aynı şeyleri düşünürsen, 
Hep aynı şeyleri yaparsın. 

Hep aynı şeyleri yaparsan, 
Hep aynı sonuçları elde edersin. 

Hep aynı sonuçları elde edersen, 
Hep ya mutlu ya da mutsuz olursun…
Eh hepimiz de mutlu olmak ve etmek istediğimize göre “geniş açılardan bakarak farklılıkları ve detayları” yakalamalıyız o halde….

Hayalperest gerçekçiler kazanıyor! 

Benim için veriler, araştırmalar, analizler çok önemli. Herhangi bir şeyi kabul edebilmem ya da salt anlayabilmem için sebep-sonuç ilişkisini, nasıllarını ya da somut bir örneği nedenleriyle, tüm detaylarıyla görmem lazım. Bunlar olmadığında da tabii ki herkes gibi ben de bildiğimi okur ve bildiğimde dayatırım. 

Hayal kurmayı, kuranları sever, yaratıcı olmayı ve kreatif beyinleri çok önemserim, değerli bulurum. Ve bunlar, hayatı somut yaşamaya engel değil, hatta yardımcı faktörlerdir görüşünü, biri olduğunda öbürü olmaz diyemeyeceğimiz çıkarımını da hararetle savunurum. 

Yani hayalperest olan gerçekçi, gerçekçi olan da hayalperest olamaz kabulünü reddederim. Aslında hayal kurabilen de gerçekçi olan da müthiş detaylar düşünebildikleri için o şekilde davranırlar. Kritik olan sadece birine takılmak yerine ikisini amaca en uygun potada harmanlayabilmektir diye düşünüyorum.   

Karar ve eylemlerimde genellikle somut tarafım ağır basar.  Olayları tüm duyularımı kullanarak çözmeyi, gözümle gördüğüm şeyleri dahi iyice araştırmayı, kurcalamayı tercih ederim. Çünkü işlerin öylece göründüğü gibi olmadığını anlayacak kadar deneyim biriktirdim, gözlem yapabildim. Bu hem geniş perspektife hem de detaylara bakan yaklaşım özellikle iş hayatı söz konusu olduğunda daha da önem kazanıyor ve başarıyla tamamlanan işlerin, büyüyen şirketlerin DNA’sında daima bu yaklaşım ağır basıyor. 
 
Kurumsal Blogger’lığını yaptığım BSH’de yirmi yılı aşkın bir zamandır ve hala ilk günkü heyecanla çalışmamın önemli sebeplerinden biri de bu sanıyorum. Perspektife ve detaylara aynı anda önem verilmesi. Hem çok hayalperest hem de çok disiplinli ve realist olunabilmesi. 

BSH’de daima büyük bir vizyona doğru koşmak, sürdürülebilirlik prensipleriyle buzdağının altını oluşturan katmanları açığa çıkarma çabası, Ar-Ge’ye, inovasyona, ve teknolojiye verilen büyük önem doğal olarak ürünlerimize, hizmetlerimize, çalışma ortamımıza, ilişkilerimize yansıyor her türlü enerjiyi verimli kullanmamıza neden oluyor. 

Bize gülümseyerek bakan, mutlu gözler diyor ki “doğru yoldasınız, devam…” 
 
Sizler de benimle online kalmaya devam edin,

Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Head of Regional Brand Management Bosch