Değerli Dostlarım, geçen yazımla birlikte şeytanın bacağını kırdığım için çok mutluyum. Bakın hemen o hızla üzerimdeki toprağı atarak yeni bir yazıyla karşınızdayım.

Ee, tabi bu konuda hız kazanmamda yaz ayları ile birlikte gelen rehavetin rolü yok da değil. Beyaz eşya malumunuz yaz aylarında deyim yerindeyse bir nebze “tatile” çıkar, iletişim işleri nispeten azalır. Çünkü genel kanı artık herkesin denizde-bağda olduğu yönündedir. Dolayısıyla TV izleyecek, radyo dinleyecek ya da gazete okuyacak kitle azalmıştır görüşü hâkim olduğundan, işlerde de doğal bir azalma görülür.

Yine ülkemize özel olduğunu düşündüğümüz bu olayı gelin görün ki sorumlu olduğumuz neredeyse her ülkede deneyimliyoruz. Kanımca bu yaklaşım her ne kadar bütçeleri rahatlatmak ya da işin hızlanacağı ikiinci yarıya hakkıyla hazırlanmak için doğal ve haklı bir “es” olsa da aslında tüketici kitlelerimiz bu aylarda da medya tüketmeye aynı hızla devam ediyor.

Evde gündüzleri belki o kadar TV seyretmiyor, ama daha fazla sosyal medyada dolaşıyor. Ya da ne bileyim belki işe arabayla-servisle giderken radyo dinlemiyor da sahilde daha fazla gazete okuyor gibi. Bunları ayrıca bir izlemek ve mutlaka yeni medya tüketim haritaları çıkarmak gerektiğini düşünüyorum.

Gelelim bu yazımın asıl konusuna ve hayati bir meseleye…

Ben bu yazımı bir epeydir kafa yorduğum, ama içinden çıkamadığım bir konuya ayırmak istiyorum.

Açıkçası bu konuda sizlerin de görüşlerini çok merak ediyorum. Keşke bir hashtag oluşturabilsem ve benimle o hashtag üzerinden görüşlerinizi anında paylaşabiliyor olsanız. Özellikle kurumsal çalışanların bu konudaki durumunu ve düşüncelerini gerçekten çok merak ediyorum… Mail ile düşüncelerinizi bana yazarsanız çok memnun olurum.Nedir bu kadar kafanı taktığın konu diye sorduğunuzu duyar gibiyim…

Mesele EGO…

Üç harften oluşan bu sihirli kelime bence biz kurumsal çalışanların en büyük sorunu.

Doğru kullanıldığında çok işe yarayan EGO, yanlış ellerde olduğunda hiç beklenmedik sorunları beraberinde getirebiliyor.

Olumlu olarak baktığımızda kariyer yapma arzusu, buna yönelik stratejiler oluşturma, aksiyonlar alma ve operasyonel mükemmellik sağlama gibi noktaları çağrıştırsa da; sağlıksız bir EGO söz konusu olduğunda kişinin kendini kontrol edememesi, gereksiz agresiflik ve kendine, dolayısıyla etraftakilere zarar vermek şeklinde karşımıza çıkabiliyor. Ve bu zarar da daha çok, motivasyon düşüklüğüne neden olma, takım çalışmasını engelleme ve böylelikle toplam verimi düşürme gibi olumsuzluklara yol açıyor.Sonuçta olumlu yönden bakıldığında başarının anahtarı olabilecek bir olgu hayatta birçok konuda olabildiği gibi negatif bir yansıma ile başarısızlıkların nedeni olarak da karşımıza çıkabiliyor.

Bu negatifliğin önüne nasıl geçebiliriz diye baktığımızda aslında formül çok basit:

• Bir şirket için çalıştığımızı unutmayacağız ve işleri-olayları kişiselleştirmeyeceğiz

• Proseslere riayet edip, bilgiyi tüm süreçlere ortak akıl ve ortak amaç oluşturmak için olabildiğince yayacağız

• Sadece kendimiz koşarak bir yerlere ulaşmaya çalışmayacak etrafımızdakileri de gücümüz yettiğince aynı hedefe doğru taşıyacağız

• Hiçbir zaman kendimizin en iyiyi ve doğruyu bilen tek kişi olarak görmeyeceğiz, “akıl akıldan üstündür” deyimine itibar edeceğiz

Günün sonunda baktığımızda hepimiz her gün etrafımızdaki herhangi birinden yeni şeyler öğrenme potansiyeline sahip, yeni bilgi edinme arzusu ile donanmış birer hayat öğrencisiyiz, değil mi?

Bunun farkına vararak yaşadığımızda hem bireysel olarak çalışmaktan, yaptığımız işten hem de etrafındakiler gözüyle bakıldığında birlikte çalışılmaktan keyif alınan takım arkadaşları olabiliriz…Bazılarına göre “EGO” insanın bulunduğu çevreye ve ona biçilen role göre edindiği “ikinci” kişilik olarak betimleniyor.

Hani “acıkınca ben, ben değilim!” tadında bir durum diyebiliriz buna. Böyle bakınca acaba sistem kimilerine sağlıklı ego yüklerken, kimilerine neden sağlıksız bir ego yüklüyor diye sormadan geçemeyeceğim.

Zemin müsait dediğinizi işitir gibiyim… Hay dilinize sağlık, bence de!

Sağlıksız “EGO”ya sahip kişilerin gerçekte bir özgüven problemi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle bu kişiler hayata, işlerine, insanlara, objektif bakamazlar ya da herhangi bir şey istedikleri gibi gitmediğinde çözümü bağırıp çağırmakta bulurlar. Etraflarındaki insanların olumlu uyarılarını dikkate almaz, genelde gururları ve duyguları ile kararlar alırlar. Sonuç ise genelde hüsran olur. İnsanının bu anlamda nefsini terbiye etmesinin ne kadar önemli olduğunu bu noktada belirtmekte büyük fayda görüyorum. Burada tekrar Mevlana’ya dair derin bir dünyaya girebilirim, ama canınızı sıkmamak ve olayı bir yere bağlamak adına kendimi tutacağım…

Genelde EGO ile ilgili kurulan cümlelere baktığımızda ortada bir sorun olduğu net:


• Ego savaşı
• Ego çatışması

Bu kadar negatiften iyi bir şey çıkması, her şeyden önce fizik kurallarına aykırı.

Yüksek EGO tanımları da hep aynı negatif betimlemelerde sonuçlanıyor: Ortada yapılan hata ya da yanlışlar var ise bunları kabul etmez, çok konuşur, kolay kolay karşısındaki insanı dinlemez, dinlemeden yorum yapar, yardım alma ihtiyacı hissetmez ve hatta reddeder, iletişim konusunda sorunlar yaşar veya yaşatır.Yüksek bir EGO’nun tabiî ki tatmini de ancak belli ödül mekanizmalarının çalışmasıyla olabiliyor. Kişinin ‘’ben’’ bilincinin bu kadar ön planda olduğu duygusallıkta “EGO”yu sürekli beslemek durumundasınız, ilişkinizin ast ya da üst olduğu fark etmeden!

Beslenmeyen EGO küstürür, hırçınlaştırır, sorunu hep karşısındakinde bulur…


Çalışanınızın EGO seviyesini bilmeniz zaman zaman işleteceğiniz takdir ve ödül mekanizmaları ile ondan maksimum verimi almanızı sağlayabilir. EGO’nun bu anlamda işveren ya da amir tarafından olumlu değerlendirilmesi ve toplam başarıya katkıda bulunması mümkün. Ama tabii burada iki ucu keskin bir kılıç var yine elimizde, çünkü bu mekanizmalar işletilmediğinde ya da çalışanlar arasında dengeli ya da bireysel ihtiyaca göre kullanılmadığında tam tersi de olası.

Nasıl ki düşük EGO eziklik, işe yaramama duygusu gibi olumsuzluklarla karşımızda duruyorsa, yüksek EGO da her şeyi ben bilirim, yüksek tepeleri de ben yarattım edasıyla dikkatimizi çekiyor iş hayatında.

Birincisi düşük enerjisi ile gücümüzü giderek tüketirken, diğeri en basit konulardaki toplantılarda bile karşı taraf ile konuşamama zeminini hazırlıyor. Hele bir de kendisi ile konuşulamadığı için her istediği oluyor ve karar sürecini bu tavır belirliyorsa yandı gülüm keten helva! Tam da bu noktada EGO beslendiği için, girilen bu kısır döngüden söz konusu vatandaşı çıkarmanın sadece tek yolu kalıyor :(

Hangi tip ile çalışmayı tercih edersin
diye sorarsanız tabiî ki mümkünse hiçbiriyle, çünkü her iki tipolojinin de bir şekilde gereksiz enerji tüketimine yol açtığını düşünüyorum. Oysa bu enerjiyi daha efektif kullanabileceğimiz ve daha fazla fayda sağlayabileceğimiz o kadar çok alan var ki iş ve özel yaşantımızda!

Böylesine iddialı bir konuda, rahatça yazı yazabilmemin nedeni; 

Yıllardır büyük bir coşkuyla çalıştığım BSH’de ego gibi sorunlara rastlanmaması, hasbelkader rastlansa da bu tip duyguların, tutumların içimizde barınamaması. Nasıl barınsın ki?

- İyi insan ilişkilerine, 
- Her kademede kişisel gelişime, 
- Ayırım gözetmeksizin tüm çalışanların içindeki potansiyeli açığa çıkarmaya, 
- Her gün en az üç patentli yeniliğe imza atmaya adanmış 
- Ve en çok tercih edilen ürünleri üreterek dünya ikinciliğine yükselmiş 

Kocaman bir aile olmak ego savaşlarıyla falan mümkün mü sizce?...

Tabii ki değil! BSH’liler olarak ideallerimiz, hayallerimiz o kadar çok ki…  Kendimizi Teknolojiye, Ar-Ge’ye, inovasyona, enerji verimliliğine, sürdürebilirliğe ve müşterilerimizin/çalışanlarımızın yaşam kalitesini yükseltmeye öylesine kaptırmışız ki doğrusu egoyla megoyla uğraşmaya harcayacak zamanımız da yok pek…

Burada lafı daha uzatmayayım, yoksa inanın bana bu yazı bitmez! Siz siz olun EGO’nuzun önüne geçin ki gerek iş gerekse özel hayatınızda etrafınızı sizden soğutacak ve sizin ya da etrafınızdakilerin mutsuzluğuna neden olacak kibirden uzak kalabilin.

Çevreniz üretken, verimli, güler yüzlü, geliştiren insanlarla, eviniz, işiniz bereket dolsun, böyle yazılar yazabilecek rahatlığa erişin. 

Lütfen benimle ve online kalmaya devam edin. Görüşlerinizi siz de paylaşın… 

Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Head of Regional Brand Management Bosch