Evet, çoğunuzun bildiği gibi ben 2009 yılında Profilo markasına geçtim. O gün, bu markanın aslında Türkiye’nin sektörümüzdeki en köklü beyaz eşyala markalarından biri olduğunun bilincindeydim. Hatta bu markanın aslında kendini uluslararası çok büyük bir gruba satmayı ve lokal pazarında marka gücünü korumayı başarmış Türkiye’nin ilk markası olduğunu da biliyordum. Ancak diğer taraftan markanın gerek satış kanalının yaygınlığı (çok bulunan şey ekonomik değerini yitiriyor!) gerekse marka değerine yapılan pazarlama yatırımlarının az olması nedeniyle giderek marka değerini kaybettiğini de görmemek mümkün değildi. Bu grup içindeki çalışanlar için bile - kabul edelim -böyleydi. Üstelik markanın ürün kalitesinin BSH kalitesi olduğunun bilinmesine ve markanın pazar konumu sebebiyle daha ucuz olmasına rağmen sergilenen olumsuz tavır ancak marka algısıyla açıklanabilir.

Başta her şeye içerden başlamak lazım demem bu sebeple, boşuna değil. Halkla ilişkiler konusunda en önde gelen isimlerin ürettiği ve bizim de artık bu bilimin işçileri olarak kabul ettiğimiz bir gerçek var: Markanın dışarıya verdiği mesaj, içerideki paydaşlar tarafından bilinip aynı şekilde desteklenmedikçe şirket dışındaki paydaşlara çok zor ulaşır. Ulaşsa dahi beklenen etkiyi yaratamaz, çünkü o mesajları savunacak markaya bağlı kişilerin olmaması mesajları havada bırakır. Özellikle ne olmak istediğimize karar verip birlikte, olmak istediğimiz şeye inanmalıyız ki gerçekten günün birinde olmak istediğimiz şey olalım ya da varmak istediğimiz noktaya varalım. Hem varoluşun hem de başarının sırrının burada yattığını gördüğümüzde hedefe doğru büyük bir adımı atmış olacağız. Aslında bakıldığında Voltran hikayesinin de bundan farklı olduğunu düşünmüyorum. Bildiğiniz gibi 80’li yıllarda yayımlanan dizinin ana karakterleri 5 adet mekanik aslan robot ve bu robotları kumanda eden 5 kahraman savaşçıdır. Her aslanın ayrı bir yeteneği vardır. Ancak bu 5 aslan bir tehlike anında  bağımsız savaşabildikleri gibi bir araya gelerek dev bir robot olan Voltran'ı oluşturmaktadırlar. Markanızın Voltran olduğunu düşünürseniz, çalışanlarınız da bu   Voltran’ı oluşturan savaşçı aslanlardan başkası değildir sonuçta. Hiç unutmuyorum Almanya’da üniversitedeyken pazarlama hocamız bize “Şirketinizde   olan biten yenilikleri, gelişmeleri veya etkinlikleri önce çalışanlarınızla paylaşmanız gerekir, çünkü dışarıdan duyduğunda sergileyeceği tavır, karşısındakinin markanıza veya şirketinize olan güvenini sarsar!” demişti. Şimdikerde   “Branding from inside out” olarak bilenen bu uygulamanın 90’lı yıllarda henüz   adı konmamıştı. Bu nedenle biz marka olarak her yeni çalışmamızda, etkinliğimizde veya başarımızda öncelikle bu gelişmelerden çalışanlarımızı haberdar   etmeyi ilke edindik. Geçen sene çok ödül aldığımız dönemde bir ikileme düşmedik değil, zira kimileri bunu kendini öne çıkarma olarak adlandırabilir ya da   aynı tarzda haber almaktan sıkılabilirdi. Fakat buna rağmen bu paylaşımların   önemli olduğunu düşündük ki geriye dönük değerlendirdiğimizde aldığımız   yorumlar, bunun gerçekten de çok olumlu algılandığını gösteriyor. Özellikle marka çalışanları içinde bu haberlerin bir motivasyon kaynağı olduğunu gördük ve yine marka çalışanlarında, çalıştıkları markayla ilgili duydukları memnuniyetin ve duyulan gururun arttığını fark ettik. Marka harici çalışanlarımızda ise Profilo’ya dair farkındalığın arttığını gördük. Sadece Profilo’nun çalışanlara satışının 2008’den 2011’e yüzde 60 arttığını görmek bile bu farkındalığın olumlu bir yansıması diyebiliriz. Hiç unutmuyorum Almanya’da üniversitedeyken pazarlama hocamız bize “Şirketinizde olan biten yenilikleri, gelişmeleri veya etkinlikleri önce çalışanlarınızla paylaşmanız gerekir, çünkü dışarıdan duyduğunda sergileyeceği tavır, karşısındakinin markanıza veya şirketinize olan güvenini sarsar!” demişti. Şimdilerde “Branding from inside out” olarak bilenen bu uygulamanın 90’lı yıllarda henüz adı konmamıştı. Bu nedenle biz marka olarak her yeni çalışmamızda, etkinliğimizde veya başarımızda öncelikle bu gelişmelerden çalışanlarımızı haberdar etmeyi ilke edindik. Geçen sene çok ödül aldığımız dönemde bir ikileme düşmedik değil, zira kimileri bunu kendini öne çıkarma olarak adlandırabilir ya da aynı tarzda haber almaktan sıkılabilirdi. Fakat buna rağmen bu paylaşımların önemli olduğunu düşündük ki geriye dönük değerlendirdiğimizde aldığımız yorumlar, bunun gerçekten de çok olumlu algılandığını gösteriyor. Özellikle marka çalışanları içinde bu haberlerin bir motivasyon kaynağı olduğunu gördük ve yine marka çalışanlarında, çalıştıkları markayla ilgili duydukları memnuniyetin ve duyulan gururun arttığını fark ettik. Marka harici çalışanlarımızda ise Profilo’ya dair farkındalığın arttığını gördük. Sadece Profilo’nun çalışanlara satışının 2008’den 2011’e yüzde 60 arttığını görmek bile bu farkındalığın olumlu bir yansıması diyebiliriz.


Şirket içi pazarlama neden önemli diye sorarsanız, cevabını aslında üç soruyla vermek isterim: Çalışanlarınızın ya da kendinizin inanmadığı ürüne ya da hizmete başkalarını nasıl inandırabilirsiniz? Çalışanlarınızın ya da kendinizin yüzde 100 arkasında durmadığı işlerin, ürünlerin arkasında toplumdaki diğer paydaşlarınızın durmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Çalışanların önem vermediği gelişmelere toplumun önem vermesini nasıl beklersiniz? İşte bu sorulara verilecek cevaplar bizi bu konudaki en doğru çıkarsamalara götürecektir. Steve Yastrow’un çok sevdiğim bir alıntısı var, yeri gelmişken paylaşmak isterim: ” Your external, marketplace-facing brand can never be better than your internal brand, because it is the people inside your company who create the customer experiences that make possible your external brand.” Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin pazarlamadaki her konunun çıkış ve varış noktası hep insan, yani olay insana ulaşmaktan ibaret.


Benimle online kalmaya devam edin dostlarım,



Bahriye Bayraklı Tavukçuoğlu
Head of Regional Brand Management Bosch