İlkokul son sınıfta öğretmenimizin “Çoraplarını evde kendisi yıkayan var mı?” sorusuna kimse parmak kaldırmayınca “Eve gidince çoraplarınızı yıkamayı deneyin ve annenizin neler çektiğini hissedin” tavsiyesine uyarak eve gittiğimde annemi gözlemlemeye karar verdim. Dirseğiyle kapıyı açtığını fark ettim, iki eli köpüklü havada, suların aşağı akmaması için koştur koştur banyoya gitti. Daha önce rengine dikkat etmediğim yeşil leğenin içerisinde çorapları çitilerken buldum peşinden gittiğimde. Çömelmiş öylece uğraşıyordu canım annem.

Onu biraz izledikten sonra üzerimi değiştirdim ve banyoya döndüm. “Ben de deneyebilir miyim?” diye sorduğumda, “Üzerini ıslatma oğlum” şeklinde yanıt verdi. Anneydi işte, korumacıydı. Israr edince dayanamadı, “Ellerini acıtma sakın” diyerek uyarmayı da ihmal etmedi. Daha önceden hiç yıkamadığım için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Annemi biraz daha gözlemledim ve ben de o ne yapıyorsa küçücük ellerimle aynısını yapmaya çalıştım. Ne kadar becerebildim bilmiyorum. O yumuşacık, pamuk gibi ellerim tahriş olmuştu. Çorap yıkamanın ne kadar zor olduğunu anladım.

İlerleyen günlerde annemi gözlemlemeye devam ettim. Gömlekleri, onların koltukaltlarında oluşan ter izlerini, çarşafları, pantolonları, perdeleri ve daha nice parçayı yıkıyordu. Çok üzüldüm anneme, saatlerini bazen sıcak, bazense soğuk su ile dolu yeşil leğende çömelerek veya bir tabureye oturarak, beli iki büklüm çamaşır yıkayarak geçiriyordu. Bunun bir çözümü yok muydu? Çamaşırları kendi kendine yıkayan bir makine olamaz mıydı? Televizyon diye bir kutu vardı ve insanlar bunun içerisine sığıyordu. Bu icat edilmişti, peki ya annelerin yükünü hafifletecek bir makine? Babama sordum, çamaşır makinesi diye bir aletin varlığından bahsediyordu. Hem daha az su ve deterjan harcıyormuş, hem de anneler yorulmuyormuş. Tek tuşa basınca çamaşırlar yıkanıyormuş. Hadi hemen alalım baba dediğimde ise “Paramız yok oğlum” şeklinde cevap verdi. Neredeyse babamın bir aylık maaşı kadarmış o zamanlar.

Annem için bir şeyler yapmam gerekliydi. Ablamla bir araya geldik, okul gezisiyle Bursa’ya gitmek için biriktirdiği parayı ortaya koydu, ben de bisiklet almak için biriktirdiğim parayı ortaya koydum. Daha çok paraya ihtiyacımız vardı. İlkokul bittiği o yaz ben simit sattım, ablam da evdeki kasetlerin, oyuncakların ve bazı ufak tefek eşyaların olduğu “niyet” yaparak para kazandı. Yorulduğum, satışın az olduğu ve hevesimin kırıldığı bazı günler evdeki buzdolabımızın markasının yazdığı dükkânın vitrinin camından çamaşır makinesi olduğunu öğrendiğim alete bakarak onun evimizde olduğunu hayal ediyordum.

İşte evimize giren ikinci beyaz eşya olan Bosch marka çamaşır makinesinin alınma hikayesi böyle. Babam da biriktirdiğimiz paranın üzerine bir miktar para koyabildi ve anneme doğum gününde belki de o zamana kadar ki en güzel hediyesini vermiş olduk.

Bundan dolayıdır belki de Türkiye’de üretim yapmaya başladığından beri BSH’nin bir parçası olmak, annelerimize kaliteli, erişilebilir ürünler üretmek için çalıştım. Çocukluğuma damgasını vurmuş olan yıkayıcı grubunun bir parçası olmasam da evimizin ilk göz ağrısı buzdolaplarının, soğutucu grubunda çalışmanın gururunu yaşıyorum.

*Anneme verdiğim en güzel hediyeyi hatırlamamı sağlayıp bu yazıyı yazmama vesile olan Soğutucu Geliştirme Merkezi çalışanlarından Ercan Engin’e ve tüm sevgili annelere selamlar olsun.

Hepinize etrafa mutlu, neşe dolu gözlerle bakan keyifli seneler.

Mustafa Onay

BSH Soğutucu Geliştirme Merkezinde PACT Koordinatörü